Paylaş
Kimi zaman kibarlıktan, kimi zaman kendi kendini övme konuşmasının sizi bağlayan bir durum olmamasından, kimi zaman da lüzumsuz yere kalp kırmamak için yapıyor insan bunu.
Hipnotize olmuş bir biçimde kafa sallarken fark etmiyorsun ama sonradan tarifsiz bir yorgunluk çöküyor üzerine insanın. Ardından, kendine soruyorsun: Ben neden bunu çekiyorum? Bu işkenceyi kendime neden yapıyorum?
Yıllar geçtikçe kendinizi daha az sosyal hissediyorsanız, hiç “yaşlandık şekerim” muhabbetine girmenize gerek yok. Sadece hayatın ego savaşlarıyla vakit kaybedecek kadar uzun olmadığını anlıyoruz.
Biraz geriden başlayalım: Hatırlasanıza ergenliğinizi. Aileyle vakit geçirmek zul gelirdi. Sokağa çıkalım, arkadaşlarımıza gidelim, “bağımsız” olalım... Anneyle gezmek istemezdik. “Çocuklar” yapardı çünkü anneli gezmeyi.
20’leri geçince ergenlik halleri, lise yıllarının “bir üst sürümü” sayılır: Gece gez toz, gündüz sokakta ol, bir yerlere git ama bunların tümünü farklı farklı arkadaşlarla, farklı biçimlerde yap.
İş hayatına atılınca, iletişim kurmak zorunda olduğunuz bir insan ordusu ile karşılaşıyorsunuz. Yıllar geçiyor, işyerleri değişiyor ve iletişim kurmak zorunda olduğunuz kalabalık ordu katlanarak artıyor.
30’ları geçtiğinizde kendinizi “iletişim yorgunu” hissetmeye başlıyorsunuz. Düşünsenize, hayatınız boyunca “kafanıza uygun olmayan” binlerce kişiyle konuştunuz. Duruma göre onları ikna etmeye çalıştınız, bazen kariyer yolunda sizi asla anlamayacak birilerini etkilemek için kendini paraladınız, bazen de mecburen can sıkıcı muhabbetler yapmak zorunda kaldınız. Kimi zaman kendinizi ait hissetmediğiniz sohbetlerin içinden kendinizi çekip alamadınız...
Eminim, birçok örnek bulursunuz hayatınızda.
“İletişim yorgunluğu” yaşı gelince, insan seçmeye başlıyorsunuz. Sık görüştüğünüz insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Tali insanların bir yere varmayan konuşmalarını, iç şişirici cümlelerini, lüzumsuz ukalalıklarını, üste çıkma çabalarını, ego bıdı bıdılarını dinlemek istemiyorsunuz.
Mutluluk başkasının onayına bağlıysa...
Anne-babayla geçirilen vakit, en değerli anlarınızı oluşturmaya başlıyor. Sevgiliyle, eşe, en yakın arkadaşlara sarılıyorsunuz. Eğer mutluluğunuzu, birilerinin sizi takdir etmesine, övmesine bağlamadıysanız, bir sürü “yabancı”ya ihtiyaç duymuyorsunuz.
Mutluluğunu başkalarının onayına bağlayanların hayatı hayli zor. İpleri başkasına vermişler ama farkında bile değiller. Haliyle, iletişim kurmak çok zor. Zor ve yorucu. Sadece ondan bahsetmek ve onu övmek, dolayısıyla mutlu etmek zorundasın, aksi takdirde sohbet etme imkanı bulunmuyor.
Hep ondan bahsedeceksin, “Güzelsin” diyeceksin, “çok hoşsun” diyeceksin, “süpersin” diyeceksin, “benzerin yok” diyeceksin, hep alkışlayacaksın ki konu olsun.
En başta dedim ya, bazen birisi kendini överken, insan kendini kafa sallarken, onu onaylarken buluyor. Belki de bunu sohbet esnasında “tuhaf sessizlikler” olmasın diye yapıyoruz, kim bilir?
Vaziyet böyleyken yaş ilerledikçe daha az insanla görüşmemiz, aileyi baş tacı etmemiz tesadüf değil.
Hayat kısa, başkalarının “bla bla”, sını, şişik egosunu, ne kadar da müthiş bir insan olduğunu ve müthiş işler yaptığını dinleyerek ömür tüketmek istemiyoruz...
Ne tuhaftır ki, kalabalık bir buluşmaya, eğlenceye gitmek yerine evde kalmayı tercih ettiğimizde “galiba yaşlandım” diyerek kendimize haksızlık ediyoruz.
Konu basit aslında. Sadece vaktimizi “ben ben ben ben” diye karşısındakini tüketen insanlarla, ego savaşlarıyla harcamak istemiyoruz...
Paylaş