Paylaş
Evet, adı hayat ama iki felaket arasına sıkışmış, periyodik olarak kendini tekrarlayan bir zaman dilimi. Başka bir sözcük bulmak lazım artık “hayat” yerine.
Artık felaketler periyodik olarak yaşandığı ve tam olarak aynı süreçlere sahip olduğu için felaket sonrasında ne yaşayacağımızı da biliyoruz.
Bir terör olayından sonra artık gidişatı, verilecek tepkileri ve nasıl da kimsenin sorumluluk almayacağını, nasıl da konunun hızla unutulacağını artık önceden tahmin edebiliyoruz.
Mesela ben bir sonraki felakette, şunları yaşayacağımızı biliyorum çünkü öncesinde sayısız defa, tekrar tekrar tam olarak aynısını yaşadık:
Bir terör saldırısı oluyor. Önce tek tük sosyal medyaya düşüyor haberi.
Ardından gelen dakikalarda haber hızla yayılıyor, olayın boyutları, ne kadar korkunç olduğu, can kayıpları konuşuluyor.
Sonra hızla yayın yasağı geliyor. Ülkenin kalbinde olan acı bir olayı konuşamıyoruz, yazamıyoruz.
Ekranlarda haber yerine eğlence programları, diziler oluyor bu esnada. Olaydan haberi olmayanlar çok geç öğreniyor, az öğreniyor, olayın boyutlarını ve vahametini kavrayamıyor.
Her felaketin sürekli üzeri örtüldüğü, konuşulması yasaklandığı için olayların vahametini kavrayamayan milyonlar için bu felaketler sıradanlaşıyor, normalleşiyor.
Felaket yaşandıktan ve konu sosyal medyada yayıldıktan sonra bir şok dalgası süpürüyor etrafı. Çaresizlik, kızgınlık, ümitsizlik içeren sözler dökülüyor herkesin ağzından.
Hiçbir şey yapamamanın, felaketi önleyememenin çaresizliği bu. Profiller kararıyor, siyah fotoğraflar, kınama içeren karanlık profil görselleri akıyor zaman tünelinde.
Herkes isyan ediyor.
Sonra bir bakıyorsunuz bu olayları önleyecek, vatandaşı koruyacak yetkililer de sanki olay başka bir ülkenin başına gelmiş gibi kınama mesajları vermeye başlıyor. Kimse sorumluluk üstlenmiyor.
Sonra bir felaket daha oluyor, yine kınama. Bir felaket, yine kınama.
O kadar ama, fazlası değil...
İptaller, sessizlik, evlere kapanış
Felaketin ertesi sessizlik günü. Mecburiyeti olmayan sokağa adımını atmıyor, işe gidenler mesai bittiği gibi evine kapanıyor. Bu esnada televizyondaki eğlence ve diziler sürmekte, öte yandan eğlence ile ilgisi olmayan sergilerin açılışları, konserler, yani sokakta ne varsa hepsi tek tek iptal ediliyor.
Bu bir süre böyle devam ediyor.
Çok değil ama. Kısa bir zaman sonra herkes hızla rahatlamaya başlıyor, günlük hayat normale dönüyor.
İnsanlar dışarıda vakit geçirmek istiyor, “kalabalık yer korkusu” nispeten azalıyor. Geçmiyor ama biraz azalıyor. Bu da patlamaların, ölümlerin normalleştiği bir ülkede insanın kendini sokağa atmasına yetiyor.
Biraz daha zaman geçtiğinde sanki iki ay önce şehrin ortasında insanlık suçu işlenmemiş gibi normal görünüyor hayat.
Tam o kalabalık yerlerde bulunma rahatsızlığı azalmış, hayat nispeten normale dönmüşken... Bir felaket daha.
İşte bu noktada tekrar başa dönüyoruz. Yayın yasakları, halkın çaresizliği, isyanı, ümitsizliği; siyah profil fotoğrafları... Siyasetçilerin olay başka bir ülkede yaşanıyormuş gibi tekrarladıkları kınama mesajları, felaketin ertesi günü gelen sessizlik...
Eğlence olmayan etkinlikler bile iptal edilirken televizyonlardaki eğlence programlarının tam gaz sürmesi...
Güvensizlik duygusundan ötürü herkesin evlere kapanması, bunun bir süre devam etmesi... Sonra biraz rahatlama, sokakların kalabalıklaşması, günlük hayatın nispeten normale dönmesi... Derken bir felaket daha.
Ve yine başa döndük.
Şimdi bu hayat mı?
Allah aşkına söyleyin, bu hayat mı? Böyle bir hayatta ne yapabilirsiniz? Neye güvenip nasıl yaşayabilirsiniz? Nasıl gelecekle ilgili hayaller kurabilirsiniz?
İki bomba arasındaki zaman diliminde hayata benzer bir şeyler oluyor gibi ama... Öyle hayat olmaz. Ona hayat denmez.
Milyonlarca insanın hayatını cehenneme çevirenler, canımızı tehlikeye atan, bu olaylara dolaylı veya dolaysız sebep olan tüm sorumluların hesap vereceği günü görmeyi diliyorum. Güzel günler görmeyi diliyorum.
İki bomba arası yaşayıp buna
“hayat” demek zorunda bırakılmamayı diliyorum. Terörden uzak, güzel bir gelecek diliyorum.
Paylaş