Paylaş
“Amaan, boşver, bize bir şey olmaz”ın içimize nasıl sinsice yerleştiğini bir kez daha gördük.
İnsan beyni her durum ve koşula kendini adapte edebilmesiyle meşhur, malum. Biz de kendimizi bu “rastlantısal yaşama” haline adapte etmişiz çoktan.
Her türlü medeniyet-sizliği, her türlü tehlikeyi, riski “bizden” hale getirmişiz, daha doğrusu getirenlere alışmışız ve gerçek anlamıyla “yuvarlanıp gidiyoruz”.
Yokuş aşağı üstelik. Bir yerlere çarptığımız zaman da haliyle sorumlusu bulunamıyor.
Bilimle, teknolojiyle insanın da gelişmiş bir varlık haline dönmesini bekliyoruz ancak hayır, teknolojiyi de kendi “ilk insan”lığına adapte etmeye çalışan bir canlı o.
Aynı canlı, bilim ve teknolojiyi, medeniyet yoksunluğunu gidermek için değil, pekiştirmek için kullanıyor.
O canlı telefonuyla konuşarak çapraz araç sürmeyi keşfetti mesela.
(HERKES mi cep telefonuyla konuşur arkadaş. İsyan ediyorum. Kulaklık kullanmak NE KADAR ZOR OLABİLİR?)
Sonra, aynı canlı televizyonu bir “izleyeni gerzek yerine koymak suretiyle para kazanma” cihazına dönüştürdü.
Öyle bakıyoruz ekrana, beyin kıvrımlarımız düzleşiyor, o esnada birileri cebini dolduruyor ve iyi doldurduğu için bu sistem hiç değişmiyor, oh ya.
Hayır birilerine bir gram faydası dokunsun arkadaş. Elin oğlu yetenek yarışmasını kazandı mı hayatı değişiyor, ilerleyen senelerde Grammy bile kazanıyor, bizimkilerde yarışmacılar çöp oluyor, iş sadece jüriye yarıyor!
Sadece teknoloji değil tabii mesela, “ilk insan” dedin mi toplumsal yaşayışı düzenleyen yazılmamış kuralları hiçe sayan bir adamı da tarif ediyoruz.
Hemen en yakın örneğe gidelim: Metrobüs. “Dünyaya bir göktaşı çarpmıştı ve kuraklık tehlikesi baş göstermişti. herkes marketleri talan ediyordu”nun canlı canlı yaşandığı muharebe alanı.
(Ha, tabii burada dert popoyu iyi bir yere koymak) Sıraya girmek ancak ahmak işi; yaşlıya, hamileye, hastaya yer vermemek için çeşitli yöntemlerin geliştirildiği bir bilgisayar oyunu gibi metrobüs. (Telefonuna kilitleneceksin, kulaklığını takacaksın ve inene kadar uzak, çok uzak bir noktaya bakacaksın.)
Tabii kapışma kültürüyle yaşamak zorunda olduğumuz bir dünyada iş çıkışı herkes haklı.
Herkes yorgun, herkes oturmak istiyor ve sıraya girmeyi aklından geçiremiyorsun.
“Kapanın elinde kalır” ile yaşamak zorundasın. Bu da ayrıca enerji harcamak zorunda olduğun bir konu.
(Acaba duraklara “sıraya girme düzeneği” yapmak çok mu zordu, insan hakikaten hayret ediyor sevgili omuzları, bacakları çürümüş, fizik kanunlarını aracın içinde çözmüş” metrobüszede Habitus okuru.)
Yanıt bekleyen soru çok...
1- Araç durup hareketlendiğinde önünüzdeki teyze ile arkaya doğru yuvarlanmamak için ona uygulamanız gereken F kuvveti nedir?
2- Araca ilk giren olabilmek için durakta kapılara denk gelen stratejik noktaların koordinatları kaçtır?
3- Kalabalık içinde ters yöne doğru yürüme teknikleri neler?
Kolaysa cevapla.
Hasılat için değer mi?
Kadıköy, Moda’da yıkılmak üzere olan bir apartmanın altında büyük bir süpermarket zincirinin şubesi var.
Bina uzun zamandır boş, en üst katında yıkım kararı belirtiliyor, bir afiş asılmış, üzerinde “Bu binaya girenlerin yaşamı risk altındadır” yazıyor.
Bu cümlenin yazıldığı afişi, sadece kafasını kaldıranlar görebiliyor ve uzaktan kiralık daire ilanı gibi görünüyor.
Binanın boşaltılması için iki ay süre verilmiş. Altındaki süpermarket binayı derhal boşaltmamış, kanuni hakkını sonuna kadar kullanıyor.
Yani çökmesi için depreme bile gerek olmayan, her an çökebilecek bir binada market görevlileri çalışıyor, insanlar çocuklarıyla alışveriş yapıyor.
Binanın bir balkonu kendi kendine çökmüş, size o kadar söyleyeyim.
Hasılattan eksilmesin diye 2 aylık kanuni süreyi kullanarak dev bir ihmale imza atan süpermarkete soralım mı?
Bina yıkılırsa kime hesap vereceksiniz?
Paylaş