Paylaş
Kültürel ve toplumsal özelliklerimizden dolayı, kendimizi dünya üzerinde bildiğimiz ilk andan itibaren içki, bilinçaltımızın derinliklerine “yasak, günah, haram, kötülük kaynağı” ve benzeri olumsuz kodlarla işlenir. Kendi kararlarımızı kendimiz vereceğimiz yaşa geldiğimizde bile ilk öğrendiğimiz duygularla hareket ederiz... Çünkü içkiye dair ilk öğrendiğimiz tarifin üzerine başka adam akıllı bilgi kırıntısı girmemiştir bünyemize.
7 yaşında ne biliyorsak, 40 yaşında da onu biliriz:
İçki sarhoş eder.
Hâl böyle olunca, alkol barındıran içeceklerle ilk deneyimi “yasak delmek”, “günah işlemek”, “sarhoş olmak” olan genç adam, ileride yaşayacaklarını yönetecek ilk duygularını kazanır: Onun için içki, hep “anormal bir sıvı” olacaktır.
Ya hiç tüketmeyecektir, ya aşırı tüketecektir.
Ortası hiç olmayacaktır.
Kalabalık ortamlarda elinde kadehle durmaya çekinen, içki ikram edildiğinde çok istemesine rağmen “Ay yok almıyım” diyerek abartılı bir şekilde yüzünü ekşiten kadının davranışlarının sebebi (tadını sevmeyenler ayrı) genellikle kişisel tercihlerine değil, aynı toplumsal duruma işaret eder.
Yine aynı sebepten ötürü kadınlar, toplum içinde bira içmeyi de sevmezler. Çünkü bira, tarihi, hikayesi, karakteri olan bir lezzet değil, sokaklarda serserilerin içtiği, erkeklerin çabuk sarhoş olmak için arka arkaya yuvarladığı, çoğu zaman tadını bile almadığı “ucuz yollu sarhoşluğun” anahtarıdır.
Esasında dünyadaki yeri bu değildir ama bizdeki bira “kodları”, buna işaret eder. Kadınlar, narin kişilikleri ve çıtı pıtı bedenlerinin ucuz yollu sarhoşluk arayan alkolik muamelesi görmesini hiç istemezler...
Eşiğe yolculuk
Erkeklerde de içkiyle ilgili benzer bir süreç vardır fakat erkek egemen toplumda içki kendine daha farklı bir yer açmıştır.
Erkek, içki içerken çekinmez. “Güzel içmek” gururlanma vesilesidir.
Erkek içerken çekinmez ama en “güzel içeninde” bile “ayar” sorunu vardır.
O ayar sorunu, yine içkiyle ilgili çok eskiden beynine “kodlanmış” bilgilerin hatırasıdır. Kendi kararlarını vereceği yaşa, hatta çocuğu ve torunu olacak yaşa geldiğinde dahi içkiyle olan ilişkisini ilk öğrendiği “kanun”lar yönetir.
İçkiyi hayatına bir zevk unsuru, sosyal hayatın bir parçası olarak katmaktadır ama her defasında çizgiyi aşmaktadır.
O çizgi “yasak” çizgisidir, yani istemediği davranışları yapmaya başladığı ve içkinin gerçekten “kötü bir şey”e döndüğü çizgi...
İçtikçe o çizginin eşiği yükselir... Adam giderek daha çok içer. Eşiğe daha vardır çünkü, ya da öyle zanneder... Bu esnada suratı pancarlaşmakta, ağzı çarpılmakta ve saçmalamaktadır.
İçki, güzel bir yemek gibi, makul miktarda ve tadına varılacak bir içecek haline dönüşemez bir türlü.
Tadı için tercih edilse bile, “eşiğe yolculuk”tur içki içmek... Lezzeti, hikayesi unutulur, “Kafayı bulma aparatı” olarak görülmekten kendini kurtaramaz...
Ve içki kültürünün parlak olmayan ışığı, hayatımızı yasakların şekillendirdiği, sopa gösterilirken abanın altına dahi saklamanın lüzum görülmediği, tercihlerimizi belirli bir grubun yaşayışına göre yapmamızın şart koşulduğu bir ortamda, minicik bir nokta olarak yanmaya devam eder...
Paylaş