Paylaş
Şimdi kendi kabuğuna çekilenler, çevresini daraltanlar, en mutlu anını “kendi başıma, kitap ve filmlerimle baş başa kaldığımda” biçiminde tanımlayanlar, hatta şehri terk edenler bu cümleyi “İnsan, belirli koşul ve kişilerle sosyal bir varlıktır”a dönüştürüyor.
Az sosyalleşme, az muhabbet kurma, arkadaş sayısını sınırlama birçok şehirli için hem kendini koruma yöntemi, hem de mutluluk ve huzurun kaynağı.
“Az arkadaşın olacak, öz arkadaşın olacak” diyor, herkesi tanıyan, bol arkadaşı olan sosyal kişiler bile.
Yaşadığı hayatta görüntüde sayıca çok arkadaşı olmasına rağmen evine soktuğu, dertlerini anlattığı arkadaşı bir elin parmaklarını geçmiyor.
“Sosyallik” denen hadise zamanla birlikte dönüşüyor. Sen büyürken ihtiyaçların, beklentilerin değiştikçe “İnsan, sosyal bir varlıktır” cümlesi de başka bir şekil alıyor.
İnsan erken yaşlarda her arkadaşından benzer ihtiyaçlarını karşılamasını bekliyor: İlgi, samimiyet, içtenlik, sevgi, huzur, dert paylaşma, “kız muhabbeti”... Hepsini bir arada verecek bir “paket” arıyorsun.
Erken yaşta kız kıza çıkan dertlerin de kaynağı bu galiba. Aradığın “paketi” veremiyor kimse, bir yerde arıza çıktı mı yol veriyorsun, uzaklaşıyorsun...
Sonra anlıyorsun ki iş başka...
“Hepsi bir yerde” arkadaşlık diye bir şey yok.
Herkesin yeri farklı, herkesin verebileceği, senden alabileceği başka...
Belirli bir yaşı devirdikten sonra, her arkadaşlıktan farklı bir tat almaya başlıyorsun, bu da hoşuna gidiyor aslında. Herkesle kurduğun samimiyet derecesi oluyor, bunu fark ediyorsun ve iyi hissediyorsun.
“Şu dediği hoşuma gitmedi” veya “Beni iki hafta aramadı” diye onu hayatından çıkarmıyorsun.
Üç sene görüşmüyorsun mesela.
Sonra ilk görüştüğün anda sanki o üç sene hiç geçmemiş gibi karşılıklı güzel hisler besliyorsun arkadaşınla.
Kimse kimseye “Hiç aramıyorsun “Hiç görüşemiyoruz” diye yakınmıyor.
Herrr görüşmenizde “Hiç aramıyorsun, hiç görüşemiyoruz” diye yakınan insan iticiliği. Her ama her görüşmede “Hiç görüşemiyoruz?” diye lafa başlanır mı arkadaş. Şimdi görüşüyoruz işte, bunun tadını çıkarsak?
“Herkesten aldığın tat” ayrı ya...
Üç senede bir gördüğün arkadaşının tadı da ayrı.
Her hafta görüştüğünün de tadı ayrı... Kocanın, sevgilinin, karşı cinsten olan herhangi bir arkadaşının da tadı ayrı...
Erken yaşta “Herkesten aynı samimiyeti bekliyorum, vermezseniz küserim” zamanlarında sevgilinle bile “kız muhabbeti” yapmayı bekliyorsun.
O “kız hassaslığı”nı arıyorsun onda, saçındaki değişikliği saatlerce konuşabilmeyi, kilo muhabbeti yapabilmeyi, ilişki/aşk konularını saatlerce didikleyebilmeyi...
Olmuyor, zorlasan da olmuyor.
“Erkeklerin odunluğu” olarak görüyorsun bunu ama değil aslında, yaratılış işte...
Sevgilinle “kız muhabbeti” yapamıyorsun, bir kız arkadaşınla konuştuğunu da kocanda, sevgilinde veya bir erkek arkadaşında bulamıyorsun.
Bu kadar basit. O ihtiyaçları karşılamak için başkaları var.
İşte bunun ayrımına vardığın anda her arkadaştan, dosttan, sevgiliden, kocadan, tanıdıktan, uzak tanıdıktan, az görüşülen arkadaştan; kısacası tanıdığın herkesten aldığın tat başka oluyor.
“O bana bu ihtiyacımı veremiyor” diye hayatından çıkarmıyorsun kimseyi.
Hayatından çıkardığın sadece gereksiz yere enerji emenler, çıkarcılar, kötü kalpliler ve dedikoducular oluyor.
Herkesle vıcık vıcık olmuyorsun, farklı insanların farklı yerleri oluyor hayatında ve bundan mutluluk duyuyorsun.
“İnsan sosyal bir varlıktır” doğru, ama belirli koşullarda geçerli bir durum bu.
İnsan yaş aldıkça, bu “sosyallik” meseleleri daha kötüye de gitmiyor, sınırlarını daha iyi çiziyor, daha tatminkâr ilişkiler kuruyorsun çevrenle...
Herkese iyi hafta sonları!
Paylaş