Paylaş
“Şehir insanı” dediğimiz ve insani duygularını beslemeye zor fırsat bulan canlı türü için benzersiz bir sevgi, şefkat kaynağı evdeki hayvan.
Ağlarken bir okşayanınız yoksa koca patili bir köpek veya bir kedi gibisi var mıdır? Köpek “Niçin ağlıyorsun canımın içi, bak şimdi ben de ağlayacağım” der gibi başını dizinize koyar.
Kedi ise mümkün olabilecek en anlamsız hareketi yapar, “Seni anlıyorum ama cool olduğum için karnının üzerine oturup sana kıçımı döneceğim” der, sizi kahkahalara boğar.
Eve hayvan almak demek, başını okşamak değil tabii. Bugün barınaklar hayvan bakmanın baş okşamaktan fazlası olduğunu hayvanı sahiplendikten sonra anlayan yarım vicdanlıların bıraktığı köpeklerle dolu. Birbirimize kızdığımız zaman bir aşağılama sözcüğü olarak kullandığımız “hayvan”, oturup çatal bıçak kullanmayı öğrenebilecek özelliklere sahip değil belki fakat içgüdüleri ve “ruhani özellikleri” insanlardan daha gelişmiş.
Terk edilmiş bütün köpekler alıp inceleyecek imkanımız olsa hepsinin altından türlü türlü “terk ediliş hikayesi” çıkar. Ailemin sahip olduğu köpeği sokaktan kurtarmıştık. Psikanalist Alfred Adler’ın kulakları çınlasın, bugün kendisi son derece sevgi dolu bir köpek olsa da vaktiyle terk edilmiş olmasından gelen ve insanların duygusal travmalarına benzeyen bir aşağılık kompleksi geliştirmiş.
Pako’nun her otomobile binişi ağlama krizleri ile sonuçlanıyor. Yaylı ve üflemeli çalgıların yoğunlukta olduğu müzikleri duyduğunda ağlıyor. (Önceki sahiplerinin ona klasik müzik dinlettiği esnada şiddet gösterdiğini düşünmeye başladık.) Şöyle oturup ağız tadıyla Mahler dinleyemiyoruz.
Şaka bir yana, travması büyük. Kendi evi dışında başka bir evi ziyaret ettiğinde, geri dönüş süreci sancılı oluyor.
Üç gün yemek yemiyor, bir köşede uyuyor. Evdeki her hareket, kapının her kapanışı “Acaba terk mi ediliyorum??” hezeyanlarına yol açıyor.
Partnerlik anlaşması
Pako’nun evde yalnız kalabilmesini öğretmek de zorlu bir süreçti. Yalnız kaldığında önce kendini yerden yere vurdu. Tabii her giden geri geliyordu, terk edilmediğini anlayınca kendi kendine kalmaya alıştı, fakat hep melankolik...
Şimdi yalnız kaldığında babasının koltuğuna oturup evi bekliyor, bu esnada hâlâ şöyle oluyordur, eminim: “Bu defa kesin terk edildim ama neyse-dur bakalım-hfffffsss”
Hayvan bakmak, evine hayvan sokmak “üç aylık macera” değil, bir ömürlük. Hayatını ona göre ayarlayacağın ve en az 15-20 yıl süren bir “partnerlik” öyküsü.
Çocuğu alışveriş merkezlerinde huysuzlandığında “gel pet shop’taki hayvanlara bakalım” diyen pek çok ebeveyn var. Bu şekilde çocukların gözünde pet shop’ları oyuncakçı kadar normal kılıyorlar. Kadıköy Belediyesi Kadıköy sınırları içinde hayvan satışını yasakladı. Bu şanslı ilçenin dışındaki her yerde toplama kampı gibi pet shop’lar ticareti sürdürüyor, alışveriş merkezlerinde çocuklara hayvanları peluş oyuncaktan farklı görmemesini sağlayacak kodları bilinçaltına kazıyorlar.
Sorumluluğunu alabildiğinde hayvan bakmak güzel şey. Fakat hayvan ticaretine katkıda bulunmak yerine gidin barınaklardan bir hayvan kurtarın. Hayvan ticaretinin önüne geçmek zor. Ancak talep azalacak ve bu konuda yöneticiler adım atacak...
Siz de bu ticaretin bir parçası olmayarak görevinizi yapabilirsiniz.
Paylaş