Paylaş
Bu yazıya SANA NE, O BENİM BİLECEĞİM İŞ diye kendim cevaplayarak başlamak istiyorum sevgili kadın olmaktan yorulan Habitus okuru.
Biz önce bir “sana ne, o benim bileceğim iş”imizi diyelim de, esasında, gerisi zaten teferruat.
Teferruat olmayan bir kısım var ki, o da şu: Bir insanın özgürlüğü, diğer insanın özgürlük alanına girdiği zaman sorun çıkar. Bu da nedir?
Önce “izan” konusundan başlayalım. Mesela senin ibadet ettiğin ve belirli düzene sahip bir dini yapıya mayosunu giyip giren bir kızımız olursa, dersin ki, arkadaşım ne yapıyorsun, çıldırdın mı?
“Özel alan” daha belirleyici bu konuda.
En azından sınırları var. Diyelim ki senin evinde içki içilmiyor. Böyle bir kuralın var.
“İlla içki içeceğim” diyen biri olduğunda bunu kabul etmeme hakkın var. Adı üstünde, SENİN evin.
Hayatımızda önümüze çıkan seçenekler, biz onlar arasında keyfimize, düşüncemize, hayat tarzımıza uygun olanları seçelim diye var.
Bir kişinin işini, görüntüsünü, fikrini beğenmediğimizde, beğeneceğimiz seçeneklere yönlenmeyi tercih edebiliriz.
Onu rahatsız etmemiz, seçiminden dolayı onu yargılamaya hakkımız veya kendi özgürlük/inanç alanımıza tecavüz ettiğini söylemek olmaz.
(oluyor, o ayrı)
Bunu birçok alanda kullanabiliriz;
Mesela bir kadın, hoşumuza gitmeyen bir kıyafetle program sunuyorsa, o kanalı değiştirmeyi tercih edebiliriz.
Bir yazarın kitabını beğenmediğimizde, kitabını beğeneceğimiz bir yazarı okumayı deneyebiliriz.
Bizimle aynı düşünceyi paylaşmayan insanlara “Beğenmiyorsan git bu ülkeden” demek yerine, kendimizde nasıl böyle bir hak gördüğümüzü düşünmeye başlayabiliriz.
Paradoks: Bir Türkiye normali
Tuhaf fakat, iki zıt kavramın aynı anda bulunamayacağı durumlarla da sık sık karşılaşıyoruz. Teoride paradoks, pratikte “Türkiye normali”
“Örf ve adetlerimize aykırı” diye bas bas bağırırken, en adi küfür ve yapış yapış sözlerle sokakta kadınlara sarkıntılık yapanlar... İnancı kendi işine göre kılıfa uydurup çok kadınla birlikte olmayı normalleştirenler... Sonra “ahlak da ahlak” diye ortalıkta gezenler.
En ateşli kadın hakları savunucusuymuş gibi seçim dönemlerinde kadınları diline dolayanlar... Bir yandan iyilik, güzellikten bahsedip ancak kendi kurallarının yarattığı sınırlar içinde kabul ettiklerini “kadın”dan sayanlar.
Kadın kelimesi geçiyorsa, bilin ki orada ters giden bir şeyler var.
Ha, bakın şurası doğru, toplumda bazı yazılmamış kurallar var. Mesela, bir kafede otururken bir anda ayağa kalkıp tuvaletinizi yapmaya başlamazsınız.
Bu uç örneğin ışığında, şunu söyleyebiliriz: “El insaf” tipi yazılmamış kuralları alıp “inancımı yaşamamı engelliyor” diye çevrenizdeki kadınlara kendi kafanıza göre kurallar oluşturup bunu uygulayamazsınız.
Denklem iki taraflı: Birinin özgürlüğü, diğerinin inancının gerektirdiği yönde yaşam hakkına engel oluyorsa, diğerinin inancı, ötekinin özgürlük alanına giriyor demektir.
Yanılıyor muyum?
Bugün geçmişte birilerinin inancı gereği giydiği kıyafet nasıl “göz zevki”ni rahatsız ettiyse, bugün de birilerinin yaşamsal hakkı öbürlerinin inancına engel oluyor hesapta.
Olmuyor da işte, olduruluyor.
Ortada buluşalım mı?
Hep iki uçtayız, ortada buluşamıyoruz. Ha, buluşanımız çok esasında, buluşmayan adamları konuşuyoruz hep. O buluşmayanlar da dönemine göre kendi kafasına göre kural koymaya çabalıyor.
Hep deriz ya, ülkeler savaşır ama savaşan esasında siyasetçiler, birbirlerine düşmanlık besleyen onlardır, halklar kardeştir diye.
Bir tek ülke için de geçerli. Siyasetçiler nefreti ve ayrımcılığı besleyedursun, aynı sırada oturan birbirinden farklı hayat görüşünde öğrenciler, evlilik yoluyla akraba olan ve vaziyetten memnun aileler, aynı havayı soluyan “farklı” iş arkadaşları...
Onlar halinden memnun. İşte “bunlar” hep var. Hep olacak.
Onları birbirine düşürmek için bundan çok ama çok daha fazla enerji harcamanız lazım beyler. Hiç uğraşmayın o yüzden.
Paylaş