Paylaş
Ne olmuştu, asla unutmamak adına en vurucu örnekleri yeniden hatırlayalım: Çocuklar Einstein’ın piposundan, abajurdaki kadın figürünün memesinden korundu.
Maksat “çocukları korumak”, yerseniz tabii.
Ahlak bekçiliği misyonu edinenler kendi belirledikleri “bizim halkımız bunları kaldırmaz” eşiğini geçen ne varsa bastılar sansürü.
Ha, onlar basmadı da, bel büken cezaları ödemek istemeyen kanallar sansürledi yayınlarını.
İçkiye koyulan sansürün sebebini herhalde konuşmaya lüzum bile yok. Ne de olsa hepimiz biliyoruz.
Şimdi sırada internet var.
Ahlak bekçiliği mekanizması yine çalışıyor.
Yine birilerinin ahlakına göre filtreleneceğiz, birilerinin sakıncalı bulduğu kelimeleri içeren içeriği aramak mümkün olmayacak.
Başımıza ahlakçı kesilenlerin çürümüşlük seviyesini gördük, bu zihniyetten “çocukları korumak” kılıfına sokulmuş fakat esas maksadı insan fişlemek ve dolaşan veriyi, bilgiyi ve her hareketi kontrol etmek olduğu açık bir sansür “müjdesi” çıkıyor.
İnternete sınırlama getirmenin Aile Bakanlığı ile ilgili tasarıda olması çocukları bile güldürür.
Bu sansür şimdilik hayal. Gerçek olursa, ki olacak, aradığınız kelimeler, sosyal aktiviteniz, kısacası internetteki “varlığınız” sizin karakterinizi, maksadınızı ele verecek.
Diyelim ki bir araştırma yapıyorsunuz. Bu araştırmayı yapmak için bazı “sakıncalı” bulunabilecek kelimeler aradınız.
Uzun bir süre boyunca çalışma alanınız belli. Araştırmanın niteliği belli.
Belirli süre benzer kavramlar etrafında döndünüz, aradınız, taradınız, “büyük birader” sizi terörist ilan etmeye filan kalkar, şaşırmazsınız artık. “Öğrenciyim, araştırma yapıyorum” da sizi aklamaz.
Peki bunun ayrımını kim, nasıl yapacak?
Biz insan filan değiliz
Esasında sana bir itiraf yapayım mı sevgili gündem yorgunu Habitus okuru?
Bu yazıyı omuzlarım çökmüş olarak yazıyorum. Bazı günler hiç gücüm olmuyor.
Hukuk devletinden ziyade gücü, hısım akrabayı ve makamı koruyup kollama diyarına dönüşmüş bir ülkenin vatandaşlarıyız biz.
Kafamızı nereye çevirsek duvara tosluyoruz.
Şimdi “sansür istemiyoruz” diye Taksim’de yürümeye kalksanız biber gazını ve tazyikli suyu yersiniz. Olmadı engellenirsiniz.
Rasyonel, elle tutulur ne varsa darmadağın, kelimelerin anlamları değişmiş, devlet, imtiyazlı kişilerin, uygun gördükleri diğer imtiyazlı kişilere tatlı hayat sunmak için kullandıkları bir güç aracı haline gelmiş, biz de burada hâlâ devleti vatandaşı için var sanıyor, “haklarımız, adaletimiz, eşitliğimiz, özgürlüklerimiz” diye veryansın ediyoruz.
Devleti kendine uşak edenlerin tarafından bakınca hayli zavallı görünüyor olmalıyız...
Minicik, küçücük hayatlı, az maaşlı, dev borçlu, üç kuruşun hesabıyla yaşamak zorunda olan ve sadece “kelle hesabı” yapılırken kullanılan yaşam formlarıyız.
Biz Türkiye’de insan filan değiliz.
Bizim hayatımıza “insan hayatı” ise...
Vatandaşına “insan gibi” yaşama hakkı verilen ülkelerdeki hayatın adı ne?
Eğer hakları, özgürlükleri olan ve korunan insanların yaşadığı, doğayı koruyan ve kollayan politikacıların hizmet verdiği medeni ülkelerdeki hayatına “insan hayatı” deniyorsa...
Bizimki ne? Ne?
Paylaş