Paylaş
Sosyal medya baskısı, yardım konusunda parmağını oynatmayı pek düşünmeyenleri de harekete geçirdi. Büyük markalar canla başla çalışırken, rakipler susamazdı elbette, dolayısıyla yardım ettiğini duyuran markalar, sessiz kalanları da tetikledi.
Tabii burada şöyle bir mesele çıkıyor ortaya:
Sessizce yardımını yapanlar, kimsenin bundan haberi olmadığı için vurdumduymazlıkla suçlanıyor. Dolayısıyla “yardım yaptığını duyurma” mecburiyeti çıkıyor ortaya.
Fakat markanın PR’ını yapmakla, yaptığı desteğin bilgisini vermek arasında hayli kalın bir çizgi var.
Twitter hesaplarından bir bilgi notu yeterliydi ne yapıldığını bilmemiz için.
Fakat bunun yerine ne gördük şu üç gün içinde anlatayım size: Anında nasıl yardım yaptıklarını bol bol anlattıkları bültenler, Twitter’dan gazetecileri bombardımana tutmalar...
Sadece alkış bekliyorlar.
Bunları hakikaten görmek istemiyoruz.
Öte yandan, Van’daki organizasyon eksikliği hem yardımın gerekli yerlere ulaşmasını engelliyor, hem de suistimale kapı açıyor.
Annem, 1966’da olan ve 2 binden fazla insanın ölümüne yol açan Varto depreminden sonra yurtdışından gelen yardım malzemelerinin aylar boyunca pazarda satıldığını anlattı: “Peynirin teneke kutusu değişikti, nedir bu diye bir bakalım dedik, meğer depremzedeler için gönderilmiş ve üzerinde ‘yardım malzemesidir’ damgası olan yiyeceklermiş!” diyor.
Ne yazık ki “insanlık” dediğimiz kavramın içinde vicdanın yanında çürümüşlük de var.
Bina yaparken malzemeden çalanlar, buna izin verenler, yardım malzemesini pazarda satanlar, yağmacılar, fırsatçılar, “destek” konusunu bir PR fırsatı olarak görenler, “dostlar yardımda görsün” haletiruhiyesi içine girenler...
Elbette şu anda desteğin, yardımın nereden nasıl geldiğiyle ilgilenecek, kimin hangi sebeplerle yardım yaptığını sorgulayacak değiliz.
Ama sonrası için hakikaten yapılan yardımların gözümüze sokulmasını istemiyoruz.
Ve organize olunmadığı takdirde suistimal artacak, bunu da biliyoruz...
İkinci el meselesi
Herkes tek vücut oldu, üzerlerine örttükleri battaniyeyi, yedekte beklettikleri giysileri paketledi ve gönderdi, depremzedeler kullansın diye.
Belediyeler kullanılmış malzemeleri kabul ederken Kızılay sıfır ürünler istedi.
Geçmiş depremlerde, bilhassa 99 depreminde kimi paketlerin içinden kokmuş çoraplar, delik deşik iç çamaşırları çıkmıştı.
Hâl böyleyken Kızılay’ın önlem almaya çalışması, hijyen endişesi taşıması, “muhtaçlık psikolojisi”ni engellemeye çalışması normal.
Fakat burada temelde bir hata var: Organize olamayan, yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşamadığı korkunç bir kaosun içindeyken sıfır/ikinci el tartışması yapmak doğru değil.
Biliyoruz ki, hava karardıktan sonra hayat bitiyor Van’da. Kızılay, basitçe “Eski, atılacak eşya göndermeyin, temiz, yıkanmış ve kullanılabilir eşya gönderin” dese yeterdi.
Paylaş