Harita hep aynı: Sev, tüket, öldür

Tatile gittiğinizde bir yeri ilk keşfeden olmak veya en güzel zamanlarını yaşamak istersiniz.

Haberin Devamı

Sonradan çok popüler olacak bir şarkıyı ilk keşfedenlerden, güzel bir kitabı ilk okuyanlardan olmazsanız, popülerken sevmenin pek bir anlamı yoktur. “Bozulmuştur” sanki, saflığı, özelliği, güzelliği gitmiştir üzerinden. Herkesin ulaştığı, sevdiği bir oyuncağa dönmüştür.
İnsanın tüketim haritası konu “keyif” olduğunda da değişmiyor: Öyle bir harita ki bu, “Zevk aldığın her ne ise sana özel olmalı. Az kişi bilmeli, az kişi zevkini çıkarmalı. İnsan akınına uğrayacağı zamana kadar tadını almalı.” Sonra nasılsa uzaklaşacaksın ya...
Keyfin yaşam döngüsü sona erecek ve sen yeni bir keşif için yola çıkacaksın. Sosyal medya alışkanlıkları da okuduğumuz kitabın, dinlediğimiz müziğin, keşfettiğimiz tatil cennetinin “yaşam döngüsü” gibi çalışıyor.
Önce keşfediyorsun.
Hoşuna gidiyor, her fırsatta vaktini onunla geçiriyorsun. Bir nevi “yatırım” yapıyorsun, vaktini, aklını onun için harcıyorsun.
Hayatın Facebook’ta, Twitter’da ve Instagram’da geçiyor.
Bir gün “selfie” koyuyorsun, bir gün kafana takılan bir derdini paylaşıyorsun, bazen önemli bulduğun bir haberi...
Bazen arkadaşlarınla sohbet ediyorsun, onların hayatlarını dikizliyorsun...
Kendi gündemini belirliyor, bunu seni takip edenlerle paylaşıyor ve sınırlarını senin çizdiğin dünya içinde yaşamaya başlıyorsun.
Sonra bir bakıyorsun nüfus artıyor. Nüfusla birlikte çeşitlilik de öyle.
Bozulma-dağılma başlıyor.
Keşfettiğin o tatil kasabası vardı ya... O tatlı küçük cennetinin sokaklarında yürüyemez hale geliyorsun.
Hayatını değiştirdiğini düşündüğün gizli güzel kitabına, günlük sebze alışverişini yaptığın marketin raflarında rastlıyorsun.
Müzik sıradanlaşıyor, her radyoda, gittiğin her yerde kulağında çünkü. Bıkıyorsun, artık duymaz hale geliyorsun.

Haberin Devamı

Döngü böyle

Sosyal medya da önce keyif veriyor. Sonra nüfus patlıyor.Kalabalıkla birlikte “nefret etmek için takip edenler” başlıyor.
Sonra –mesela- adın diyelim Ayşe ise, Ayşe isimli kadınları takip eden tuhaf adamlar geliyor. Ardından hayatındaki kadın eksiğini sosyal mecrada tamamlama hayali kuran “slm mrb”cılar.
Ve son olarak ince zekalı mavracılar. Sıkıcı hayatın mizah eksiğini başkaları üzerinden giderme ihtiyacı duyanlar. İnsanlara, eşya muamelesi yapanlar.
Sonra, her yazılana laf çarpmak için tetikte bekleyenler. Bayramdı, pazardı, hafta sonuydu, keyif vaktiydi, dinlemeyenler.
Tüm bunların tam aksi de geçerli. Sevgi kelebekleri, “Bana tokat atana diğer yanağımı da ben çevireyim ama yeter ki beni sevsin”ciler, “güzelsin, çok güzelsin” duymak için günde 3 öğün “selfie” paylaşanlar...
Bir yandan nefret boşaltanlar, bir yandan takdir arayanlar...
Sosyal medyanın yaşam döngüsünün “popülerlik” zamanına hoş geldiniz.
Hep aynı hikaye. O keşfettiğin tatil kasabasının tatlı zamanları var ya... O geçiyor işte. Tatil cenneti dediğin yer kirli, kalabalık, üzerindeki yükü kaldıramayan yorgun bir kasabaya dönüyor.
Bağrına basarak okuduğun kitap artık herkesin elinde. İlk senin keşfettiğin şarkı hit oldu, bir o kadar da sevmeyeni var, öyle şeyler söylüyor ki sahiplenmişsin, sanki sen bestelemişsin; resmen canın acıyor. Bozulma ve dağılmanın ardından toplanma başlıyor. Doğanın kuralı burada da çalışacak elbette...
Tatil yapacak yeni bir yer keşfediyorsun. Yeni kitap, yeni müzik arayışına giriyorsun. Twitter’da, Instagram’da daha az hayatını paylaşır oluyorsun.
Bir cümle söylemeden, bir fotoğraf paylaşmadan “şimdi münasebetsiz bir şey duyarım, canım sıkılır” diye düşünüyor, kendini frenliyorsun. Yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyorsun. Yeni heyecan, yeni keyif, yeni zevkler peşinde koşuyorsun.
Hayatta kafanızı nereye çevirseniz “harita” aynı işte...
“Doğum, yaşam, ölüm, sonra yeniden yaşam, yeniden doğum, yeniden ölüm” aslında özetle.

Yazarın Tüm Yazıları