Paylaş
Konunun merhametle ilgili olduğunu zannetmem fakat toplumda büyük tepki yaratan her konuda benzer tepkileri verdiğimiz doğru.
Zaman geçtikçe, kişiyi hedefleyen kızgınlıktan ziyade, ülkenin genelini kaplayan bir vaziyete tepkiye, bir linç kasırgasına dönüşüyor bu tip durumlar.
Bu “merhametsizliğin” ve linç kasırgasının bir sebebi var. Kültürel dokunun son yıllarda uğramış olduğu erozyon.
Sanatın, sinemanın, tiyatronun, kültür programlarının, insan ruhuna hitap eden ne varsa hepsinin kenara itilmesi ve tüm hayatımızın “magazinleştirilmesine” yönelik bir tepki bu.
Ana akım gazete ve televizyonlarda yer alan kültür sanat konularının son yıllarda ancak kırıntısını bulabiliyoruz.
Hayatımızın bir özeti gibi esasında medya...
Şehrinizde her gün gidecek, geze geze bitirilemeyecek bir müze bulamayabilirsiniz fakat her gün farklı bir AVM’ye gidebilirsiniz.
Müze gezmenin yerini “AVM gezmek” tutar Türkiye’de.
AVM gezmeye mecbur bıraktığınız insanın bir süre sonra güzel sanatlara ilgi duymaya başlamasını bekleyemezsiniz.
Ancak indirim peşinde koşan bir “alışveriş canlısı”na dönüşebilir.
Medya da öyle.
Okura, izleyiciye uzun vadede ne verirseniz, bir dönüşüm yaratırsınız.
O yüzden magazinleşen dünyamızı hep söylenen o “Fakat halk böyle istiyor” argümanıyla açıklayamayız.
En çok izlenen saatlerde insanların önüne tepsiyle reality show, evlilik programı, “gıybet show”, sırf laf salatası koyup, ardından da kitap kurdu bir toplum, sanat sevdalısı insanlar; tarihe, çevreye, yaşadığı yere, kültüre meraklı bireyler yaratamayız.
Ana akım gazetelerde yer alan kültür sanat kırıntılarıyla insanımızın bu alanlara yönelik derin bir merak oluşturmasını bekleyemeyiz.
Neden böyle?
Tüm kanallar aynı tip programları koyuyor birbirinin karşısına...
Biri farklı iş yapsa izlenmeyecek, bu da para kaybı demek...
Para kaybetmeyi göze almıyor kimse doğal olarak çünkü para kaybetmek demek, kanalın batması demek, ardında binlerce kişinin ekmeğini etkileyecek bir değişim demek...
İşte bu zincir, “kültürsüzleşme silsilesi”nin içinden çıkılamayan bir sistem yaratıyor.
Kimsenin içinden çıkamadığı, çıkmak istemediği, “alan memnun-satan memnun” şeklinde sadece ticari kaygılarla ilerleyen bir sistem.
Eğer bu sistemi mesela limon ticareti yapan bir sektörde konuşuyor olsaydık, evet, öncelik sırası para olurdu.
Fakat konu medya olunca sadece para kazanmaktan başka ve çok önemli dinamikler de girmeli devreye.
Mesela medyanın toplumu şekillendirme gücü gibi.
Mesela medyanın, alıcısını doğrudan etkileme ve değiştirme gücü gibi.
“Kürk Mantolu Madonna” meselesinde işte tüm bu anlattıklarıma yönelik bir tepki var esasında.
Bir kişi hedefte değil aslında...
Böyle olaylar sadece son raddeye kadar dolmuş bir bardağa son damla oluyor her seferinde...
Bu sistem sürdükçe daha çok “Kürk Mantolu Madonna” skandalları göreceğiz...
Hepsinin de "sonu ağlak"
“Magazin” itibarsızlaştırıldı
Bu arada, “magazin” kelimesinin de anlamını kaybetmiş durumdayız.
“Magazin” kelimesi çoğunlukta olumsuz bir fikir uyandırıyor.
“Magazin figürü” olmak istemiyor kimse.
(Çünkü magazin kötü bir şey) "Ciddi” köşe yazarları “Okurlarım bilir, magazin konularına pek girmem” diye yazısına başlayabiliyor.
(Çünkü magazin kötü bir şey)
Veya “Türkiye koca bir magazin programına” dönüşebiliyor.
(Çünkü magazin kötü bir şey ve Türkiye’nin magazin programına dönüşmesini istemeyiz.)
Magazinin bu yöndeki algısı, magazininin tamamen “gıybet” ile tanımlanır olmasına, okura gram fayda getirmeyen boş sohbetlerle dolu hale getirilmesine bağlı ne yazık ki. Bir meslek kolunun, magazin gazeteciliğinin topyekün itibarsızlaştırıldığı bir dönemdeyiz.
Halbuki varoluş sebebine sadık kalmalı, hayatın tadı olmalı magazin.
Okurunda rahatlama, iyi vakit geçirme hissi yaratmalı. Mutluluk vermeli, iyi hissettirmeli...
“Magazin” kelimesine hak ettiği itibarı geri vermemiz şart.
Bu durumda hepimiz sırtlayacağız o sorumluluğu...
Paylaş