Paylaş
Politikayı bir kenara bırakın, en büyük algı yönetimi “alışveriş” konusunda yapıldı ve hepimiz göz bebekleri helezon şekli almış, dükkan dükkan gezip ihtiyacımız olmayan ne varsa satın alan birer “alışveriş canlısı”na dönüştük. Kredi kartları sanki bankaların içine para doldurup verdiği hediyeler, banka kredileri ise havadan yağan banknotlar vaziyetinde. Reklamlarda optimizmde zirve yapıyorlar adeta, lafı “geri ödemenize bile gerek yok” sınırına kadar gelip bir o cümleyi kurmuyorlar. O cümleyi sen aklında kuruyorsun, almak kadar ödemek de kolay diye düşünüyorsun.
Sanal bir “satın alma gücü” yaratıyor bu, tam da zamanın ruhuna uygun.
Ortada bir “güç” var ama tamamen balon.
Reklamlarla şişirilmiş, kocaman duruyor, içinin hava dolu olduğunu çaktırmıyor.
Her şeyi satın alabileceğimize, 12 taksitle dünyamızı değiştirebileceğimize inanmışız bir kere.
Kartlarla veya kredilerle bankaların esiri olmayana madalya veriyorlar artık.
Bu sanal alım gücüne ikna olmuşuz, teybi geri sarmak için çok geç.
“Her şeyi satın alabilirsin, yeter ki iste” cümlesiyle özetlenebilecek bir hâl bu.
Alışveriş, artık ayda bir yapılan veya ihtiyaç halinde hesap kitap ile düşünerek hareket edilen bir “özel durum” değil.
En önemli boş zaman meşgalesi.
En büyük terapi. “Kendini ödüllendirmek” deyince akla ilk gelen.
Kitap okumakmış, zihinsel bir aktivitede bulunmakmış, ne bileyim, sinemayatiyatroya gitmekmiş, bunlar ödül değil, “eza”ya dönüştü artık.
Varsa yoksa alışveriş, alışveriş, alışveriş.
Her gün alışveriş yapmıyor tabii kimse. Bazen müze gezer gibi, bazen rahatlamak için, bazen kafa dağıtmak için vitrinlere bakıyor, dükkanlarda geziyor.
Alışveriş dürtüsü birikiyor, birikiyor...
Ve büyük bir indirimde bu biriken dürtü insanı bir “indirim zombisi”ne dönüştürüyor.
Kabul edelim, yüzde 50’nin üzerinde indirimi görünce pervasız, kana susamış, sadece hedefine odaklanan, “RÖAHH” sesleriyle ürünleri
mıncıklayan zombilere dönüşüyoruz, zira indirim olan dükkanlarda yaşanan talanı başka türlü açıklamak mümkün değil.
“Kapanın elinde kalıyor” duygusu, bir daha bu kadar ucuzunu bulamayacağı duygusu, almazsa ölecek, hayatı bitecek duygusu...
Tüm bunlar birleşiyor ve hunharca ürünleri avuçlayan, beğenmediğini fırlatıp yenisine yönelen bir indirim zombisi ortaya çıkıyor.
Geçen hafta bir kozmetik zinciri indirim yapmış. Merkezi konumda olan bir şubesinin içini görmeliydiniz.
Bir kozmetik dükkanında demirbaş olan şampuan bile bırakmayacak kadar büyük bir indirimden bahsediyorum.
Raflar talan edilmiş, kalan ürünler dökülmüş, herkes birbirinin ensesinde son kalan ürünlere ulaşmaya çalışıyor...
Topu almış, ölümcül darbelerle diğer oyunculara omuz ata ata koşan Amerikan futbolcusu gibi yapılıyor alışveriş.
“Pardon, geçebilir miyim?” demiyorsun indirim ortamında, direkt omuz atarak ilerliyorsun.
Gören de ülkenin güvenliğini ilgilendiren bir belgeye ulaşmaya çalışıyorsun sanır.
Ama hedef nedir? Dudak parlatıcısı.
Veya bir tişört, 5 TL’ye inmiş bir pantolon.
O indirim günlerinde, akşam olunca dükkanın o haliyle baş başa kalan, indirim zombilerinin hunharca sağa sola fırlattığı ürünlerle boğuşan çalışanlara kolaylık dilemeli.
İşleri hakikaten çok zor.
Halbuki aldığını yerine koymak, düşen bir ürünü kaldırmak, beğenmediğini sakince yerine bırakmak zor değil.
Kıyafetlerin üzerine basmadan, fondötenini süre süre gömleği giyip çıkarmadan, almayacağın elbiseyi savurup atmadan da alışveriş deliliği yaşamak mümkün.
Tabii bunu gel de bir indirim zombisine anlat...
Paylaş