Paylaş
Kilo almış/vermişse şak diye fark edersiniz. Onu her gün gören birinden daha fazla gözünüze çarpar değişimi.
İşte evvelki gün, bir insanla ilgili değil ama gece hayatıyla ilgili benzer hisler sardı dört bir yanımı sevgili gecelerden soğumuş Habitus okuru.
Bilmiyorum belli bir yaştan sonra mı böyle oluyor insan ama çok net “gece hayatında hayat yok” yorumunu yapabilirim. Üstelik biliyorum, böyle hisseden bir ben değilim.
Birincisi, gece çıktığınızda dans etmek en büyük günah. Müzik süper, ortam da buna çok uygun olabilir, mühim değil. Dans etmeyeceksiniz. Elinizde içkiniz, kazık gibi dikilecek veya “süper muhabbet ediyormuş gibi görünecek”, “cool”luğunuzu koruyacaksınız. Yüksek volümlü müzik, kulüp ortamında niye muhabbet edersin, o da anlaşılır iş değil tabii. Mesela sohbet edeceksen restorana git, evinde parti ver, ne bileyim, sohbete uygun bir yerde yap bu işi değil mi... Ama yok efendim, dans edilecek yerde dikilip muhabbet etmeye çalışacaksın, dans edene de uzaylı muamelesi yapacaksın.
İkincisi, insanı belli bir yaşa geldikten sonra “aranan kadın/adam” görmek yoruyor. Yani 30’u, 35’i geçmiş ve hâlâ bir gecede 28 mekan gezip yatak arkadaşı arayanları görünce, Allah’ım, diyorum, bayılacağım, götürün beni. Ya da tuzlu ayran filan getirin, tansiyonum düştü sanki...
Ciddiyim, bir insanın hayat enerjisini en çok düşüren insan tiplerini sıralasak, “arananlar” ilk üçe rahat girer.
Erkekler yatacak kadın, kadınlar hayatlarının aşkını arıyor malum, onda bir değişiklik yok. Bir tanışma söz konusu olduğunda başlıyor sıkıntı. Diyelim ki cumartesi gecesi tanışıldı, oldu bir haller. Kadın ertesi gün “Aradı mı, arayacak mı, ne zaman arayacak, ay ben mi arasam, ne hissediyor acaba” diye hop oturup hop kalkar, tarot baktırırken, erkeğin pazar günü için tek endişesi “Maç kaç kaç?” olabiliyor. İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre bekar kadınların pazartesi sendromunu artıran en büyük etkenlerden biri perşembe-cuma-cumartesi geceleri tanışılan ve ertesi gün haber alınamayan erkeklermiş.
Ölesiye iç ki canın sıkılmasın
Neyse, gece hayatına geri döneyim. Gelelim üçüncü meseleye: İçki. Şimdi kimseler dans etmeyince, yüksek sesten ötürü adamakıllı sohbet etmeyince geriye ne kalıyor: İçmek.
Gece boyunca kazık gibi dikilecek, içkileri yuvarlayacak ve sarhoş olmayı bekleyeceksin. Şöyle kafan inceden bir dönecek ki eğlenebilesin, rahat iletişim kurabilesin, belki biraz sallanabilesin (bakın dans etmek demiyorum bile)... Yani, içki bir keyif unsuru değil, can sıkıntısını yenmek için bir mecburiyet çoğu zaman.
Eh, etrafına bakıp tüm şunları görmek gece hayatına dair iyi hisler yaratmıyor tabii: Uzun bar masasına yaslanmış elinde içkisi, sarhoş olmayı bekleyenleri... Dans etmeye burun kıvıranları... Artık hayatının erkeğini haftada üç-dört sefer “ava çıkan” adamlar içinden bulamayacağını idrak etmiş ama yine de umut kırıntıları taşıyan ve önlerine çıkan her erkeğe “Yoksa... Yoksa o sen misin????” gözüyle bakan kadınları...
Ha, gece hayatının, sadece avlanma değil, eğlenme amacına hizmet eden tarafı da var tabii, onu bulduğumuzda hepimiz seviyoruz, ben de seviyorum. Fakat elinde bardak kazık gibi dikilip etrafı süzmekse mesele, ona da gece hayatı denmesin çok rica ediyorum.
Paylaş