Paylaş
Fakat bazen insanın evdeki günlük alışkanlıklarının “bir acayip” olduğunu görmesi için kendi dışındaki gözün yorumlarına da ihtiyaç duyuyor.
Niye bunu söyledim biliyor musunuz... ?imdi normalde, evde bir arkadaşımızla ya da anne-babamızla birlikteyken süklüm püklüm geziyor, saç tarama, durduk yere aynaya bakma ihtiyacı hissetmiyoruz ya.
Hiç öyle “insanın kendine saygısı” filan demeyin, insan bir noktada kendini salıyor. Yıkanmaktan incelmiş yumuşacık ev tişörtünün içinde, beti benzi atmış, diz yerleri tostoparlak ev eşofmanınızla evde gayet neşeli dakikalar geçirdiğinize eminim.
Lakin iki kişilik hayata adım atınca işler biraz değişiyor. Eski alışkanlıkları sürdürünce, mahallenin delisi gibi evde gezince, “ev hali”nin de sınırları olduğunu hissediyorsunuz.
Bazen günlük alışkanlıklarınızın “bir acayip” olduğunu fark etmezsiniz; ta ki sizin dışınızda bir göz bakana kadar... Hani bazen evinizin aslında çok dağınık olduğunu birisi gelip manalı gözlerle bakmadan anlayamazsınız ya, işte aynen o hesap...
Bendeki “ev hali” de aynen böyle. Gardırobumun “ev kıyafeti” bölümünde, toz bezi olacakken tarafımdan atılmaya kıyılamamış birtakım tekstil ürünleri dolu. Diz yeri greyfurt büyüklüğünde eşofmanlar, çiğnenmiş sakız kıvamına gelmiş tişörtler... Ha, diyeceksiniz ki şimdi, “Dışarıda zaten kasıyoruz, evde de mi kasalım yani, nasıl istiyorsan öyle gez, istersen çıplak gez, istersen donla gez, kime ne?”
Tabii canımız nasıl istiyorsa, nasıl rahat ediyorsak öyle giyineceğiz, evde sahneye çıkıyor gibi gezinecek değiliz ama... Evde ayna karşısına her geçişimizde “biraz kendimi toparlasam iyi olacak” diyorsak bence hareket zamanı gelmiştir.
“Ev halinin sınırları” meselesinde sadece dert kıyafet değil tabii. Yüz-göz, saç-baş meselesi de var. Mesela, beni ele alalım. Biraz makyaj desteği olmadı mı kış aylarında sahip olduğum rengin tarifi yok. ?öyle tarif edeyim; cildimin kışın aldığı renk ancak “yumurta kabuğu” olarak tanımlanan duvar rengiyle karşılaştırılabilir. Ya da çok korkmuş, beti benzi atmış bir insanı gözünüzün önüne getirin, öyle bir şey. Ama korkmuş filan değilim, normal halim bu. Makyaj yapmadan rahatlıkla bir zombi filminde oynayabilirim.
Daha önceki alışkanlıklarımdan gelen rahatlıkla, yeni evime ilk taşındığım günlerde ortama gevşek penyelerim ve kireç suratım damgasını vurdu. Yani sürekli bir “çok hastayım” modu. (Hasta filan değilim tabii, süklüm püklümlüğü meşrulaştırma çabası içindeyim.)
Sonra bir gün geldi ve çok net bir şey hissettim: Kendi kendimden tiksindim!
Biraz toparlanayım dedim, üstümü değiştirdim; çok abartmadan, göze batmayacak kadar boyandım. Hafif fondöten, biraz allık filan...
Tabii benim doğal halimi al yanak, pembe dudak sanan evin erkek kişisi, nihayet “doğal” halime geri döndüğüm için sevindi, “Taşınırken ne çok yoruldun, bak nihayet eskisi gibi suratına renk geldi” dedi. “Fondöten sürdüm, allık sürdüm ayol, saçmalama” diyemedim haliyle, kem küm yaparak manasızca sırıttım.
Tabii herkesi “Ehmm, normal halim budur” palavrasıyla al yanaklara alıştırırsan olacağı budur. Artık ne zaman boyanmasam “Hayrola hasta mısın?”, “Az mı uyudun” diye soruyorlar. Hayır kardeş, “Normal halim bu” diyemiyorsun...
Sonuç: Evde sürekli hasta gibi, mahallenin delisi gibi gezmeyeceksin. Ha, evde süslenip gezecek değiliz ama bu kadar salmak da olmaz... Kendi kendine edindiğin alışkanlıklar iki kişilik hayatta çalışmaz...
Hâl böyle olunca, ne yapacağımı bilmez bir hâlde derhal sevgili sahibi/evli arkadaşlarım arasında mini bir araştırma yaptım, dedim ki “Bu işi en iyi ikili hayatta deneyimi olanlar bilir”...
Enteresan sonuçlar çıktı: Kocasının yanında asla gözlüğüyle gezmeyenler mi dersiniz, gece yatmadan sabah güzel uyansın diye çaktırmadan allık sürenler mi...
Elbette işi çok abartan kadınlar ve imkansız beklentiler içine giren sevgililer/kocalar da var ama genel olarak kimse “Evde ölesiye salıyorum, karşımdakinin düşüncesini ve bana bakışını da umursamıyorum” demiyor.
Devamı yarın...
Paylaş