Paylaş
İnsan biraz uzaklaşınca, buralardan birkaç gün ayrılınca anlıyor: Biz çok ama çok acayip bir hayatı kanıksamışız.
Medeni bir dünyada yaşama hakkımız elimizden alınmış.
Öyle bir hale gelmişiz ki, en akıl dışı olaylar, en akıl dışı söz ve fikirlerle kıskıvrak kuşatılmışız...
Karşılıklı çıkar motivasyonuyla işleyen, dolayısıyla dişlileri kötülük ile dönen bir sistemin içine kısılıp kalmışız.
Kalabalık bir yere gittiğimizde, toplu taşıma araçlarında seyahat ederken endişelenmeyi “Günlük hayatın gereklilikleri” arasına koymuşuz.
Burası evimiz, bir yere gideceğimiz yok.
Yavuz hırsızların verdiği rahatsızlık hissine adapte etmişiz kendimizi.
Oy çalınma riskine karşı kendi oyumuzun bekçiliğini yapmayı bile normalleştirmişiz.
Birbirimize karşı güvenimiz öyle yerle bir olmuş ki, konu seçim olduğunda bile kendi işimizi kendimiz görmeye kalkıyoruz.
Haliyle başka konu ile meşgul olma fırsatı vermiyor bize Türkiye.
Arada “Politik gündemin belirlediği günlük hayata ara niyetine” başka konular giriyor hayatımıza ama o konuların bağlandığı yer de hep aynı.
Bir anda yine içinde bulunduğumuz acıklı hali, kötülüğü, kötülüğün ülkeye sinmişliğini konuşur hale geliyoruz.
Medeni, sıradan, normal, uçlarda olmayan, sürekli ölümden konuşulmayan, insanın aklını yitireceği kadar belirsizlikler içermeyen, biraz ayaklarımızın yere bastığı bir hayatı özlüyoruz.
Sinemayla, tiyatroyla, sanatla meşgul olmayı...
Bilim yapan insanları “Türk müsünüz Kürt mü?”den ötede bir yerlerde alkışlamayı ve uzun uzun konuşmayı...
Yemyeşil bir parkta yaşadığın anın tadını çıkararak nefes alabilmeyi, koşabilmeyi...
Hafta sonu maaile huzurla dolaşmanın, sıradan olduğu zamanları...
Bunları yapabilen insanların olduğu uzak yerlere gittiğimde çocukları izliyorum.
Onların huzur, mutluluk ve pervasızlığına özeniyorum.
Her an canlarını tehlikeye atan “önemli” adamların çevrelerinde barınamadığı bir anlayış içinde büyüdükleri için şanslı olduklarını düşünüyorum.
Evime geri dönüyorum, kötülüğü bıraktığım yerde buluyorum.
Ruhu çirkin, yalancı ve kötü adamların gündemi belirlemediği zamanların hasretini çekiyorum.
“Bakalım bu hafta başımıza ne çoraplar örülecek, nasıl akıl dışı haberlerle karşılaşacağız” demediğimiz, sürekli bir yerlerden ölüm beklemediğimiz dönemleri özlüyorum...
Medeni bir dünyada yaşama hakkı elinden alınan insanlarız biz.
Hak ettiğimiz medeni koşulları bize sağlayacak, hatta hiç büyük laflara da gerek yok, sıradan, normal, huzurlu, sakin bir ülkede hep birlikte yaşayabilecek koşulları yaratacak insanları seçme potansiyelimiz var.
Her şeye rağmen var.
Tarih boyunca karşımıza çıkmış tek tipleştirme çabalarına ve sonuçlarından ortaya çıkan acı olaylara rağmen hala pek çok etnik kökeni, inancı (ve inançsızlığı), fikri, düşünceyi, pek çok rengi bir arada bulunduran bir ülke Türkiye.
Dolayısıyla at gözlüğü takan kim varsa, illa bir arada yaşamayı öğrenecek.
Öğrenemeyen ise hep mutsuz olacak, hep çevresinde “ona benzeyen” insanlar olsun isteyecek ama olmayacak, dolayısıyla hep çevresine acı verecek.
Unutmayalım ki, sağduyu yoksunu kötü adamların sesi, sayıları nispeten az olsa da, daha çok çıkar. Çok ses çıkardıkları için etraflarını duymazlar.
Kalabalıklar susuyor diye, onları yok sayarlar.
Onlar bağırır, çirkinliklerini kusarken üzerimize bıraktıkları karanlığın altında ezilip, moral bozmaya gerek yok. Sağduyu her zaman kazanır.
Çetin Altan demişti ya hani...
“Enseyi karartmayın...”
Paylaş