Paylaş
Bekliyoruz, bekliyoruz, hareket etmiyor otobüs.
Bir süre sonra isyan sesleri yükseliyor içeriden. Neden hareket etmediğimizi merak ediyoruz.
Sonra anlaşılıyor vaziyet. Meğer uçakta Bülent Ersoy varmış. Herkes otobüse bindikten sonra yavaaaş yavaş iniyor uçağın merdivenlerinden ve normalde yasak olan yere, otobüste şoförün yanında bulunan koltuğa kuruluyor.
Koskoca Bülent Ersoy, herkesle birlikte otobüse binecek değil ya... Orada bir uçak dolusu insanın balık istifi vaziyette, kan ter içinde onu beklemesinin bir önemi de yok. Çantalarını da uçuş görevlileri taşısın... Herkes kul köle olsun, el pençe divan dursun.
Bakın bu, temel seviyede empati yoksunluğudur. Toplum içinde belirli bir yere gelmiş insanların, şarkıcısından siyasetçisine meslek fark etmeksizin dönüştükleri hâl bu. “Ben topluma mâl olmuş bir insanım”ı “Ben herkesten üstünüm ve kendi işinizi gücünüzü bırakıp bana üstün muamelesi yapmak zorundasınız” ile karıştırmak... Milletin kafasına vura vura saygı beklemek.
Temel seviyede empati yoksunluğu, birçok şöhretli isimde var ne yazık ki. Şöhretin lanetlerinden biri bu. Fakat bu temel empati yoksunluğunun bir de üst seviye olanı var ki, işte onunla karşılaşınca, insan ne tepki vereceğini şaşırıyor.
Uçak meselesi, temel seviyede empati yoksunluğu örneği idi. Ersoy’un “Suriyeli göçmenler” yorumu ise adeta empati yoksunluğunda çıta belirleyen, üst seviye empati yoksunluğunun bir örneği. Ölümün kol gezdiği bir arenada başkasının duygularıyla bağ kuramayan, acıları ayıran üst seviye empati yoksunluğunun bir örneği.
Zamanında adaletsizliğe uğramış insanlar ilerleyen yaşlarında iki tarafa doğru evriliyorlar.
Ya “Zamanında ben çok çektim, şimdi kimse çekmesin, hiçbir konuda adaletsizliğe uğramasın”cı birine ya da empati özelliği gelişmemiş, başkalarının başına gelen felaketlere sırtını dönen, kendini toplumu oluşturan bireylerden üstün gören birine dönüşüyorlar.
Bülent Ersoy’un, adaletsizliklerle yaşadığı yasaklı yıllarından sonra her türlü haksızlığa, eşitsizliğe karşı sesini yükselten, empati duygusu yüksek bir sanatçıya dönüşmesi de mümkündü ancak tersi oldu. Öyle bir evrildi ki üstelik, adeta ülkede empati noksanlığında zirvenin yüksekliğini belirleyenlerden biri durumunda.
Bu defa çıta çok yüksek
Dönem dönem davranışları ve beyanlarıyla gündemimize düşüyor, şaşırmıyoruz, empati yoksunluğunun boyutlarını algılamakta zorlanıyoruz ama bu defakinde çıta o kadar yüksek ki, yorum yapmak bile zor.
Savaşın mağdur ettiği Suriyelilere kapılarımızı açmışız. Ne yazık ki devlet plansız, programsız bir iş yürütmüş mültecilerle ilgili.
Neredeyse tamamı sefil olmuş, sokaklarda yaşamak durumunda kalmışlar. Yuvalarından oldukları yetmiyormuş gibi, kaçtıkları ülkede sefil olmuşlar, yollarda can vermişler.
Hayat öykülerinde acıdan başka konu olmayan Suriyeli insanların, çocukların haline bakıp nasıl “Kusura bakmayın, bizim insanımız kötü durumdayken size yardım edemem” diyebilir? Başımıza ne geliyorsa acıları ayıranlar yüzünden geliyor.
Acıları “bizim acılarımız”, “sizin acılarınız” diye ayırır, “bizden olmayan”a sırtımızı dönersek, insanlığımız körelir.
İnsanlığı körelenler yüzünden bu halde değil mi bu coğrafya? Hem bir felaketi yaşayıp, hem de kendini karşısındakinin yerine koyamayan, onun çektiği acıyı anlayamayan insanlar yüzünden değil mi?
İsterdim ki Bülent Ersoy basın mensuplarını “Hiçbir şey yapmıyorum, durmadan para harcıyorum” diye ti’ye almak, sonra da lafını “Benim vatandaşım dururken zannetmiyorum ki mültecilere yardım edeyim” diye soslamak yerine biraz merhametli sözler sarf etseydi...
Sanatçının ödevidir. Vicdanı körelmiş, yüreği kaskatı kesilmiş insanları yumuşatacak.Aynı ülke içinde “kendinden olmayan”a düşman kesilmiş kitleleri uyandırabilecek nitelikte sözler sarf etmek, insanları birleştirmek, merhamet duygusu yaratmak sanatçının ödevidir.
Sesi hepimizden çok duyulduğu için ödevidir. Hele ki böyle bir dönemde... Bülent Ersoy, bu konuda sürekli sınıfta kalıyor.
Paylaş