Paylaş
Büyük Patlama teorisi, evrenden önce ne vardı, patlamada ne oldu, atom nedir, kadim dostum Maxwell ışıkla ilgili neler bulmuş, manyetizma ile elektrik arasındaki ilişki nedir gibi konular irdeleniyor.
Her gün “Gadın memesi, camiide içki içtiler” gibi pek de zihni imtihan etmeyen meselelerle bombardımana tutulduğumuz için belgesel biraz zorluyor tabii. Fizikti, evrendi, efendime söyleyeyim, uzaydı, gezegenlerin oluşumuydu, konular bunlar.
Mesela, santimetrenin milyonda biri veya saniyenin milyonda birinden daha küçük ölçüleri hayal etmeye çalışıyorsunuz.
Evvelki gün, kendimi yurdum siyasetinin suni gündeminden kurtarmış, açmışım televizyonumu.
Mis gibi belgesel, Büyük Patlama’yı anlatıyor adam. “Santimetrenin milyonda birinden daha küçük bir nokta, saniyenin milyonda birinden küçük bir zamanda nasıl sonsuz genişler?” gibi soruların cevabını hayal etmeye çalışıyorum.
Tam “Kendimi evrende küçücük bir nokta, sadece mini mini bir detay gibi hissederken...
Tam “Vay arkadaş, evren dediğimiz ne acayip... Sanırım ağlayacağım” diye düşünür, kendimi yurdumun Ortaçağ karanlığı muhabbetlerinden biraz sıyırır, ağzım beş karış ekrana bakarken...
Albert Einstein’dan bahsedilen bir anda karşıma şu görüntü çıktı:
Bir anda kendime geldim.
Nerede yaşadığımı hatırladım.
Buradan RTÜK’e, bu buzlamayı yapmak zorunda kalan yetkiliye ve Albert Einstein’in piposundan kötü etkileneceğimize inanmış ve bu kanunu getirmiş herkese selam eder, beni güzel rüyamdan uyandırdıkları için teşekkürlerimi sunarım.
Yav he, he
Ne diyor Bekir Bozdağ: “Bira kutularını, sigara izmaritlerini oraya koyan, atan, orada sarhoş dolaşan, orada birbirlerini kadınlı erkekli öpen yapılarla...”
Bu “bira şişeli” ve “kadınlı erkekli öpüşmeli” dezenformasyonla savaşmak mümkün değil anladık.
Bir kere damar yakalandı mı, o bırakılmayacak, onu da anladık. Tamam, toplumu kutuplaştırmak için benzersiz bir konu, destekçilerinize “Vay efendim bira içildi, öpüşüldü” deyince size inanacaklarını, MECBUREN camiye sığınan gençlerin, onların gözünde “Dinimize saygısızlık eden serseriler” olarak kazınacağını ve bu sözde “terbiyesiz, ahlaksız” gençlere karşı bileneceklerini biliyorsunuz.
Bir kere bir laf ettiniz mi, konu sonradan aydınlansa bile ilk söylediğinizden vazgeçmezsiniz, onu da biliyoruz. Mesela kitlelerin önünde “gökyüzü fosforlu yeşildir” dediniz.
Herkes inandı. Fakat sonradan anlaşıldı ki, gökyüzü fosforlu yeşil filan değil. Bildiğin mavi.
Ne acayiptir ki, “gökyüzü fosforlu yeşildir” demekten vazgeçmiyorsunuz.
Halbuki “Biz yanlış anlamışız” demek erdem.
Siz o “erdem” olanı “geri adım atmak, gerilemek, oy kaybetmek, yanlış yaptığının altını çizmek” olarak görüyorsunuz.
“Biz yanlış anlamışız, meğer gökyüzü maviymiş” demek oy kaybettirir size, haklısınız tabii.
İşte, bunlar hep strateji...
Yazık ki, söylediklerinizi sorgulamadan inananların iyi niyetini suiistimal ediyorsunuz.
Şu durumda münakaşası yapılacak bir şey kalmadı sayılır. Nasıl olsa “içki içildi, öpüşüldü” demeyi sürdüreceksiniz.
Şu durumda “Yav he he. Gökyüzü fosforlu yeşildir he” demekten başka bir çare yok zannederim.
Paylaş