Paylaş
Tamam, eskiden de vardı ama bugünkü hali bir hayli farklı.
Nedir belirtileri?
Mesela Twitter’a girmediğinde titreme, telefona veya bilgisayarına bakamadığın zaman peyda olan tarifsiz boşluk... Karın bölgesinde hissedilen rahatsızlık, karıncalanma...
“Telefonumu getirin bana” diye bağırıp kendini yerlere atarak yuvarlanma, tepinme arzusu... “Kim bilir neler oluyor ve benim hiçbir şeyden haberim yok?!?!” diyerek ve dudak titreyerek ağlama hissi...
Sabah uyandığınızda ilk iş telefona sarılmazsak güne başladık saymıyoruz.
“Yatakta 5 dakika daha fazla uyumak yüzünden geç kalmak” bile başkalaştı: “Yatakta telefon karıştırırken zamanın geçtiğini fark etmeyip geç kalmak...”
Twitter yüzünden nice servisler kaçtı sevgili 2013 yazını çocuklarına “Biz böyle bir yaz geçirmiştik” diye anlatacak olan Habitus okuru...
Malum, aldığımız haberlerin “haber” olmadığını, objektif haberin çölün ortasında bir vaha olduğunu olan bitenle uzaktan yakından ilgisi olmayanların dahi idrak ettiği günden beri, zaten halihazırda çoğumuza bir hastalık gibi yapışmış olan sosyal medya bağımlılığı bambaşka bir boyut kazandı.
Sabah uyandığında yüzünü yıkamadan tek göz telefona bakmak nedir arkadaş?
Ama doğru, bunu yapıyoruz. “Aman haber kaçmasın” diyoruz, “Bakalım nasıl bir güne uyandık” diyoruz.
Daha iyi olduğu için söylemiyorum ama eskiden güzel bir güne uyanmak daha kolaydı.
O günün nasıl geçeceğini, niteliğini, dünyada ve ülkede olan biten kadar kendi kişisel tercihlerimiz de belirlerdi.
En azından günü şekillendirecek vaktimiz vardı.
Şimdi tut zamanı tutabilirsen. Öyle hızlı akıyor ki, evet, gözünü açtığın anda telefonuna bakmazsan kaçıp gidiyor, sen de gerisinde kalıyorsun.
Tüm bunları yakalayabilmek için zamanla aynı hızda akan sosyal medyaya bağımlılık geliştiriyorsun.
Fakat şu gerçek kısa sürede karabasan gibi çörekleniyor üzerimize, çünkü beynimizde “sosyal medyada çöpü ayır” filtresi yok.
Tüm gün boyunca Tweet veya “Facebook post” bombardımanı altındasın. Üstelik bilinçli olarak bu bombardımanı yapıyorsun beynine.
Gerçek bilgi ve çöp aynı anda geliyor ve maruz kaldığın enformasyon yükü sınırsız. Beyin bu yükü “faydalı ve faydasız” diye ayrıştıramadığı gibi, kaldırmıyor da.
Yorgunluğun sebebi ne?
Sosyal medyada yayılan ve adalet duyguna çomak soktuğunu hissettiğin bir durum söz konusu olduğunda damarlarındaki kan daha hızlı akıyor gibi hissediyorsun. Ayağa kalkıyorsun.
Doğru-yanlış karışık olarak durmadan gelen enformasyon bombardımanı, bu defa her ayağa kalktığında bastırıyor seni. “Bu kadar gel-gite alışık değilsin, bilgiyi teyit edecek vaktin yok ama beynin tepki veriyor, bunu engelleyemezsin. Delireceksin, önlemini al” diyor.
Sonra tuhaf bir sükunet hissetmeye başlıyorsun. Yavaşlaman gerektiğini biliyorsun. Zaten epeydir çok yorgunsun.
Başparmağının hareketiyle dünyanın ayağına geldiği hissinin seni tembelleştirdiğini sanıyorsun. Esasında sana olan başka: Artık dikkatini belli bir yerde toplayamaz haldesin.
Elindeki işe iki dakika dahi konsantre olamadığını fark ediyorsun. Ne film izleyebiliyorsun ne kitap okuyabiliyorsun...
Hep o “kaçırıyorum” duygusu. Seni esir alan o lanet bağımlılık... Hepimizin hayatını değiştiren sosyal medya, bu defa resmen canına kastediyor.
N’apıyorsun? Duruyorsun. Durmak zorunda hissediyorsun. En azından duracak kadar yavaşlıyorsun. Y kuşağına mensup değilsen bunu yapmak zorundasın çünkü.
İçine doğmadın bu teknolojinin, sonradan öğrendin. Enformasyonla baş etmek, onu düzenlemek, kendini ilk hatırladığın günden beri yaptığın bir eylem değil.
Sen, Meydan Larousse’dan kelime araştırıp dönem ödevini dolmakalemle çizgisiz beyaz A4’e yazan bir nesle mensupsun.
Bugünün teknolojisi, senin “alışman” gereken bir gerçek. Üstelik sürekli değişiyor, alışmak ve değişime hızla adapte olmak durumundasın.
Evet, arada duruyorsun. Durmak zorundasın. Uzaklaşmak; eskisi gibi “analog” yaşamak ihtiyacındasın. Senin kodlarında var böyle yaşamak...
Esasında yaptığın şu: Delirmemek için durmak.
Delirmemek için yavaşlamak...
Paylaş