Şu hayatta insana huzur veren şeyler listesi yapsam, herhalde “çorba”yı ilk 3’e rahatlıkla yerleştiririm. Terapi gibidir, yapması ayrı, yemesi ayrı zevklidir.Bu hafta elime Ebru Omurcalı’nın yazdığı “Çorbanın Kitabı” geçti, derhal paylaşayım istedim.
Birkaç sene önce bir haber için koştururken tesadüfen tanımıştım Ebru Omurcalı’yı. Ataşehir’de, ‘Çorba da Çorba’ isimli güzel bir mekanı vardı. Tabii şimdi “çorbacı” deyince göz önüne belirli bir model dükkan geliyor ama onunki sadece çorba satan bir “çorba restoranı”ydı, pek alışıldık bir konsept değildi yani. Dünyanın her yerinden çeşit çeşit çorbayı önünüze getiriyordu, üstelik çok çeşit olmasına rağmen, çorbalar doğru formüllerle ve ciddi lezzetli yapılıyordu. Dolayısıyla mekanın yükselmesi kaçınılmazdı. (O zaman adı Çorba da Çorba idi, şimdi Shorba.) Aynen dediğim gibi oldu, alanında şöhreti aldı yürüdü. Hatırlayanlar olacaktır... İki ay evvel Hürriyet Cuma’da yayınlanan en iyi 10 çorbacı listesinde ilk sıradaydı. Ebru Omurcalı, restorandan sonra bu defa kitap işi için kolları sıvamış. Sahip olduğu 3000’e yakın çorba tarifi arşivinden 154’ünü seçmiş ve kitaba dönüştürmüş. (Çorbanın Kitabı, Alfa Yayınları) Eğer kütüphanenizde yemek kitaplarına dair bir bölüm varsa, tam arşivlik iş, muhakkak alın, koyun.
“Google yemeği” tatsız oluyor!
Geçenlerde Cengiz Semercioğlu ve Ahmet Örs ile birlikte The Ritz Carlton’un çok genç (33 yaşında) ama pek başarılı şefi Ali Ronay’ın kış mönüsünü denedik. Hazır yemek muhabbetini bulmuşken dedim ki, ne olur, beni şu Google’dan kurtarın. Eh, mesele yemek yapmaya gelince artık ilk başvurulan kaynak internet, malum. Kimsenin tarif kitabı karıştıracak vakti yok. Eski anne defterleri, eski yemek kitapları “hatıra” diye duruyor. Artık yemek yapılmıyor, yemek “söyleniyor.” Fakat bana sorarsanız, bir evde yemek pişmeli sevgili sıcak yemek hasreti çeken Habitus okuru. İnsanın içi kurur ayol. Ben de arada içimdeki ev kadını beni dürter de üşenmezsem bir şeyler pişirmeye çalışıyorum ama genellikle el ayarım olmadığı için illa bir şey fazla ya da eksik kaçıyor. Google’lıyoruz da, bu yöntemle yemek yapmaya çalışmak dünyanın en berbat, ruhsuz işi. Dedim ki, ne olur bana yol yordam gösterin. Ahmet Örs diyor ki, “En iyi referans, Ekrem Muhittin Yeğen’in kitaplarıdır.” Bir de “anne defteri” edinmeyi öneriyor. Beğendiğin yemekleri not edeceğin bir defter yani. “Onları temel al, üzerine kendi tarzını geliştirirsin” diyor. Haklı bu arada, anne köftesinin, pilavının tarifini bir kenara not etmek lazım mesela. Yemek yapma gazına geldiğim bir sonraki sefer karıştırmak üzere Yeğen’in birkaç kitabını aldım, kütüphaneye tıktım. Tavsiye ederim, hakikaten dediği gibi, yemeğin ABC’si için google’lamak kolaycılığına kaçmamalı, bu kitaplara bakmalı.
Düşünce gücü!
Dün dizilerin hayatımıza etkilerini yazarken çok önemli bir maddeyi unutmuşum: Düşünce gücüne inanmak. Biliyorsunuz, dizilerin süresi uzun olunca, bir noktada araları doldurmak gerekiyor. Lafını söyleyip yirmi dakika karşındakinin suratına bakıyorsun. Bence bu yöntem gerçek hayatta son derece faydalı olabilir. Bir düşünün: Karşınızdakine o kadar uzun süre bakacaksınız ki, kafatasınız eriyecek, niçin baktığınızı, ne konuştuğunuzu unutacaksınız. Eğer önemli bir konu konuşurken olayı kaynatmak istiyorsanız bu yöntem şahane çalışır, bakın söylüyorum.
Kız kıza çıkmak üzerine
Evvelki gün malum mesele ile ilgili birkaç kelam ettikten sonra birçok okur maili aldım. “Eve mi kapanacağız, nasıl şey öneriyorsun sen öyle, erkeksiz çıkacağız tabii, çıkalım ki onlar da bunun normalliğini öğrensinler” cümleleriyle özetleyebileceğim maillerdi bunlar. Konuyla ilgili son olarak şunu söylemek isterim: Genellikle her türlü kadın-erkek diyalogunu, temelde erkeğin bastırılmış cinselliğinin yönettiği, ahlak kavramını kadınların bir organına sabitleyen bir toplumun erkeklerinin, kadınla “normal” bir ilişki kurabilmesini öğretmek keşke o kadar kolay olsa. Niyet doğru ama öğretme yöntemi yanlış... Çok uzuuuun zaman alacak ve ta çocukluktan kafalara yerleşecek, öyle değişecek bir konu bu bana kalırsa. O yüzden hepimize kolay gelsin.