Paylaş
Ve ne yazık ki, kadınlarla ilgili meselelerde elbette hakkı yenenin sesi daha çok çıkıyor: Yani kadınların kendilerinin.
Her geçen sene artan kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin tümünü göz önüne alacak olursak çıkan sonuç şu: Bu iş kolay bitmeyecek.
Peki şunu soralım: Kadına karşı şiddet konusunda yapılan kampanyalar, protestolar muhatabına gidiyor mudur dersiniz?
Yoksa biz miyiz tek boğazı düğümlenen, haksızlığa karşı durmak isteyen? Kendi kendimize olduğunuz yerde debeleniyor muyuz?
Akşamları günün sinirini karısından çıkaran adam gazetede kadın cinayetlerinin tavan yaptığını okuyunca ne hissediyor acaba? Yoksa “He yaa, n’aparsın, hayat” deyip akşam tokada, yumruğa devam ediyor mu dersiniz?
Bence ediyor...
Günlük ritüelinde “kadına muamele” olan bir adamı vazgeçirmek, kötü bir iş yaptığını anlatmak kolay değil. Nasıl sarhoş olarak direksiyon başına geçmekten imtina etmeyeni “alkollü araç kullanmak fena bir şeydir, kullanmamalısınız” dediğimizde etkileyemiyorsak dayak konusunda da bu geçerli. “Uyarı” yöntemi, çalışmıyor. Yani “kadına şiddeti bırakınız” demekle olmuyor, ağır, çok ağır yaptırım gerekiyor.
Bir insanı, zararlı bir hareketten vazgeçirmenin en kuvvetli yollarından biri, önüne, kendi hayatına devam etmesini engelleyecek bariyerler koymak. O yüzden: Şiddeti engellemek için tek yol ceza. Ağır ceza.
“Namus belası”
Aslında kadına olan şiddetin birkaç yönü var. Burada “Beni sinirlendirdi, çarptım tokadı” değil konu. Kadın, birçok konuda “kum torbası” vazifesi görüyor. Adamın hayatta kalma savaşı, para kazanma savaşı, günlük stres, kadının suratında/sırtında patlıyor.
Öte yandan cehaletle şahlanan “namus” konusuna gelmek lazım. Aslında “namus”, cehaletle şahlandığı gibi, gelenek-göreneklerle de destekleniyor şehir hayatında, çaktırmadan.
Daha önce de bu köşede değindiğim gibi, yalnız yaşayan bir kadının çevre tarafından algısını düşünün mesela...
Ailesi/akrabaları tarafından kötü yola düştüğünü düşünenler olurken, aynısı erkek evlat söz konusu ise sarf edilen cümle “aslanlar gibi kendi ayakları üzerinde duruyor” oluyor.
Hâl böyle olunca, “namus” konusu eğitimli-eğitimsiz fark etmiyor, her iki tarafta da kendine güzel güzel yerler buluyor.
Sadece bir mesele söz konusu olduğu zaman erkekten ya da kimi zaman toplumdan kadına yönelen “şiddet”in ölçüsü değişiyor.
Söz sizde beyler!
Geçen “kadının erkek varlığında daha rahat gece çıkması” meselesini konuşmuştuk hatırlarsınız. Diyeceğim o ki, bırakalım da şunu konuşalım esas:
Biz gece tek başımıza da çıkarız. Sabahlara kadar da eğleniriz. “Erkek işi” denen ne varsa hepsini yaparız. “Yapamazsınız” denilen her şeyi yaparız. Erkeklerin arasına girer de yaparız. Tacize uğrarız, daralırız, sıkılırız, ama yine de yaparız. Çünkü kadını bir yere kapatamazsınız. Yaşama hakkına mani olamazsınız.
Burada asıl çözüm tam olarak bizim ne yaptığımız değil aslında.
Sözün bir kısmı da erkek kısmına düşüyor. Söyler misiniz, sevgili erkekler:
Kız kıza gece çıktığımızda normal insan tepkileri verebilecek misiniz? Caddede vasıta bekleyen kadına fahişe muamelesi yapıp yavaşlamayı bırakabilecek misiniz?
Sizinle konuşan her kadını “yollu” sanmaktan vazgeçecek misiniz? Arkasını dönüp yürüyen herhangi bir kadının poposuna kilitlenmemeyi başarabilecek misiniz?
“Erkeksiz” (yani sevgilisiz, kocasız) kadını “muhtaç”, “umutsuz” ya da “gideri var” sanmaktan vazgeçecek misiniz?
Günlük sıkıntınızı tokat olarak karınızdan çıkarmayı bırakabilecek misiniz?
“Ya benimsin, ya toprağın, boşansak, ayrılsak bile sana başka adamla hayat yok, ömürlük malımsın, kurşunu sıkarım” anlayışını bırakabilecek misiniz?
Kadına eşya muamelesi yapmayı bırakabilecek misiniz?
Söyleyin, bırakabilecek misiniz?
Eğer bunları bırakabilecekseniz, kadınlar gününü işte ben o gün kutlayacağım.
Ama şimdi değil.
Paylaş