Çakallar diyarında son durum

Arada geliyor, “dur biraz eski İstanbul’un anlatıldığı kitapları okuyayım da acı çekeyim” diyorum.

Haberin Devamı

Ciddiyim. Kaybettiğin, özlediğin, sana kendini hatırlatan görüntülere bakarak, hikayeleri okuyarak, eski insanların naifliğini düşünerek hislenmek.
Her eski fotoğraf, her hikaye “Nasıl bir zihniyet bir şehri bu kadar yozlaştırabilir?” dedirtiyor.
Facebook’ta “Eski İstanbul’un en güzel fotoğrafları” isimli bir grup var. Her semtin, şehrin her noktasının bir zamanlar nasıl göründüğünü merak edenlerin her gün bıkmadan tıkladığı bir grup bu. “Hiç yaşamadığım eski İstanbul’a özlem acısı” çekmek istediğimde bu fotoğraflara bakıyorum.
İstanbul’un yozlaşması sadece bugüne veya son 10-20 yıla ait bir mesele değil. Bir zamanların cenneti, her iktidarla sistematik olarak içi farklı biçimlerde oyulmuş dünyadaki yegane şehir sayılabilir. Bu kadar plansızlığa bir de nüfus artışını ekleyin... İlk depremde çökecek evlerin altında yaşayanları düşünün... Eski hikayeleri okuyun, fotoğraflarına bakın, bir de yenilerine...
Bir cennet nasıl cehenneme dönmüş alın size hikayesi.
Şimdi Kadıköy civarında eski binalar yıkılıyor, yenileri yapılıyor. Eski binalardan çıkanlar müteahhitler tarafından geçici kiralık evlere yerleştiriliyor. Sonuç: Kira pazarı ve kiraların artışı. Uyduruk evlere istenen uçuk fiyatlar. Ev bulmak neredeyse imkansız. Bu durum, para ile dönen dünyamızda çakallığa “içinde bulunduğumuz sistem” diyor olmamızın ispatı değil de nedir?
Bugün biraz “teyze” kıvamındayım, artık kusura bakmayacaksın sevgili nostalji bağımlısı Habitus okuru. (Evet ayrıca, teyzeyim, ne var? Teyzeysen teyzeliğini kabul edeceksin arkadaş.)

***

Nüfus artışı insanlarda “dünyanın sonu geldi” veya “doğal felaket” hissi uyandırıyor. Medeniyetin ölmesi de biraz ondan. Doğal felaketlerde hayatta kalma güdüsüyle dükkanları talan edenleri, yiyecek ne varsa silip süpürenleri düşünün. Onlardan farkımız var mı sizce? Valla bence yok. İspatı için bir gün kalabalık yerlerde dolaşmak yeterli.
İşin içine üçüncü dünya ülkesi özelliklerimiz de eklenince, alın size “Kapanın elinde kalıyor” kültürü. Sıraya girmeyi beceremememiz, bir başkasının hakkını kolayca gasp ediyor olma halimiz hep o “bu son şans, bir daha bunu ele geçiremeyeceksin, yaptın yaptın” paniği.
Solda emniyet şeridinde giden ambulansın peşine takıldın takıldın. Takılmadın, bittin.

***

Her iktidarın kalıbına göre şekil değiştirenleri düşünün. Ambulansın peşine takılmaktan ne farkı var?
Her gün bir başka dönüşüme şahit oluyoruz.
“Hazır akarken cebi doldurayım” anlayışıyla kendi değerlerine uymayan bir anlayışı benimsemiş gibi görünenler...
Değişim toplumun zararına olsa bile kişisel çıkarları uğruna olan bitene kılıf bulmakta ustalaşmış kimseler...
İhtiyacı kadarıyla yaşayamayanlar, elindeki fazlayı dağıtamayanlar, “hep bana, hep bana” diyen uyanıklar, son 20 yılda servetini dudak uçuklatacak kadar artırmışlar...
Bir de pişkin pişkin sevaptan, günahtan, inançtan bahseder, kendi yağıyla kavrulanların kıyafetine, kızlı erkekli oturmasına, stüdyo evine, içtiği bir kadeh içkisine laf eder.

***

Bir zamanlar başörtülülere cüzzamlı muamelesi yapan, onları aşağılayan yobazlar vardı. Hoş, hâlâ varlar, hâlâ çok enteresan bir biçimde bu muameleyi normal görüyorlar.
Bir tarafta da “kendi kadınları gibi” görünmeyen kadına ahlaksız muamelesi yapan yobazlar var. Onlar da hep vardı, hâlâ varlar. (Hatta şimdi dünyaya at gözlükleriyle baktıkları için kendilerini “güçlenmiş” sanıyorlar.)
Bir şey diyeyim mi?
İki tarafın da yobazı, iki tarafın da çakalı, iki tarafın da “günün koşullarına göre kendimi uydurayım da cebimi doldurayım”cıları, iki tarafın da ambulans kuyrukçuları birbirinin aynı esasında. Taraf filan yok. Onlar, aynı zihniyetin farklı çocukları. Ama sonuç tek: Hiçbiri çekilmiyor.
Yobazlık, çakallık, izanlı insanların da bulunduğu bir ülkede hakimiyetini ilan etmez, edemez. Doğanın kuralı var bir defa, denge.
İsteseniz de bozamazsınız.
Bunun farkındasınız, değil mi?

Yazarın Tüm Yazıları