Çağımızın hastalığı: Dikkat dağınıklığı

 Neden her işi, kitap okumayı, hatta güzel bir sohbeti ya da güzel bir deneyimi dahi erteliyoruz? Dikkatimizi neden toplayamıyor, bize keyif veren konular üzerinde dahi yoğunlaşamıyoruz?

Haberin Devamı


Neden sosyal medya hesaplarından paylaşılmayan bir hayat, neredeyse “yaşanmamış” sayılacak gibi hissediyoruz?
Eğer bu yazıyı telefonunuzdan okumuyorsanız, şimdi sakince o cihazı yanınıza bırakın, bilgisayar başındaysanız uzaklaşın ve derin bir nefes alın.
Evet, az önce yeni bir mail geldi ve heyecanlanacak bir şey yok.
Evet, Twitter zaman çizginizde sürekli yeni haberler ve duymazsanız öleceğiniz konular akıyor ama yine heyecanlanacak bir şey yok.
Facebook’ta en son 25 yıl önce gördüğünüz arkadaşınızın düşünceleri şu andaki hayatınızı yönlendirecek altın değerinde sözler, biliyorum ama yine heyecanlanacak bir şey yok.
İş yaparken, televizyon seyrederken, dışarıda güneşin tadını çıkarırken, güzel bir manzaranın karşısında otururken döngü hep aynı: Sürekli “yenile”ye basarak günü yakalamak.
1995’te günü yakalamak başka bir şeydi, 2017’de “yenile” ye basınca günü yakalıyoruz ancak.
Başkaları ne konuşuyor, ilkokul arkadaşları ne yapıyor, kim doğurdu, kim evlendi, kimin günü nasıl geçiyor...
Tüm bunlar iyi hoş, hepsini öğrenelim, merakımızı giderelim ama... İşin tehlikeli kısmına gelelim:
Tüm bunlar toplanıyor, beynin “dopamin sağlayıcısı” olarak görev yapar hale geliyor.
“Yenile”ye basarak karşınıza gelen, sürekli değişen anlık bildirimler ve önemsiz yeni bilgiler, düşünme şeklinizi değiştiriyor.
Dopamin, kendinizi iyi hissetmenizi sağlayan bir nörotransmitter.
Sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan bir tür kimyasal.
Yeni bilgi, yeni bir haber, yeni bir görüntü vücutta dopamin salgılanmasını tetikliyor.
İnternetin başına geçtiğinizde, elinize telefonu aldığınızda beyniniz, “dopamin geliyor” diyor, “İyi hissedeceksin” diyor, “Eğlence ve heyecan geliyor” diyor ve bilin bakalım ne oluyor?
Önündeki işe, kitaba, müziğe, baharda uyanan doğanın güzelliğine, üç satırdan uzun yazıya dikkatimizi veremez hale geliyoruz.
Beyin daha hızlısını, daha hızlı uyaranı, kısa yoldan daha fazla dopamin salgılamayı sağlayan aktiviteyi istiyor: Elinizdeki telefon.
İşinize, güzel bir kitaba veya tatlı tatlı ısıtan bahar güneşine konsantre olamamanızın arasında bir fark yok.
Beyniniz, sürekli “yeni bilgi” arıyor, o hızlı dopamin akışını istiyor, oradan gelecek keyfin peşinde gidiyor.
Fakat ne demişler, “O yol, yol değil”.
O yolu acilen değiştirmek gerekiyor sevgili baharı Instagram’da karşılayan Habitus okuru.

Haberin Devamı

Beyne başka bir yol öğretmeli!

Haberin Devamı

Kolay değil, beyniniz diyecek ki, “Dostum, bak karşında nefis bir Boğaz manzarası var ama bana yetmiyor bu güzellik. Sen bu manzaraya bakıyorsun ama paylaşmadıkça o manzara yok ki kardeşim! Sen iyisi mi o manzarayı çek, Instagram’a koy, kaç like almışsın, ona bak ve gelsin dopamin, gelsin serotonin, gelsin ‘başkalarının onayı’, şöyle güzelce coşalım... Hem bünyemizi bize yaramayacak yeni bilgilerle donatır, onlardan gelen dopamine alıştıralım, hem kendimize güvenimizi başkalarının onayına bağlayalım!”
İşte orada “Evet sevgili beynim, seni duyuyorum, anlıyorum ama katılmıyorum” demeniz gerekiyor.
Sürekli aynı ağları alışmış sinirlerinize “hop” demeniz gerekiyor. Alıştığınız, artık bir düşünme ve yaşama biçimine dönüşmüş dikkat dağınıklığından ancak bu şekilde kurtulabileceksiniz.
Ancak o zaman güzel bir kitabı zevkle iki saat boyunca okuyabileceksiniz.
Ancak güzel bir manzaranın tadını o zaman görme duyunuz başta olmak üzere tüm duyularımızla tam manasıyla algılayabilecek, keyfini çıkarabileceksiniz.
Ancak o zaman hayatı yavaşlatan erteleme huyunuzdan vazgeçebileceksiniz.
Sadece o ilk adımı atmak önemli. Beyne “Hayır, bu defa sana istediğini vermeyeceğim. Benim istediğimi alacaksın ve bunu böyle yapmayı öğreneceksin” dediğimizde başlıyor dönüşüm.
Bunu yapmazsak eğer tüm o aldığınız notlar, yapılacaklar listeleri, çöp.
Önce beynimize, yeni teknolojinin öğrettiği “kısa yoldan hızlı dopamin” döngüsünü kırmamız lazım.
Haydi, saat tutun. Bu yazıyı web’den veya mobil cihazınızdan okuyorsanız, kapatın tüm pencerelerini.
Koyun telefonu yanınıza. On beş dakika boyunca işinizi yapın, önünüzdeki manzaraya bakın, kitabınızı okuyun...
Haydi bugün başlayın. Yarın değil, akşama değil, şimdi.
Beyniniz ertelemeyi çok iyi biliyor, hatta en iyi onu biliyor!
Bir kere de “Sen hiç bir şey bilmiyorsun” diyelim, bakalım ne oluyor?

Yazarın Tüm Yazıları