Bürokrasinin kölesiyiz!

Eskiden beri hep böyledir: Devlet dairelerinde işim varsa eğer, o gün bir türlü uyanamam.

Başka zaman olsa bayıla bayıla alırım ama devlet dairesine gideceğim günler, işten bir türlü izin alamam.
“Amaan, hallederim” derim, sonra bakmışım saçlara ak düşmüş, aradan yıllar geçmiş; o derece.
Bu defa özenle saat kurdum, azmettim, “ertele” tuşuna basmadan kalktım ve emekleyerek kendimi dışarı attım.
Eh, elin mahkûm olunca, yatakta oltanın ucunda yeni yakalanmış barbun gibi kıvranman para etmiyor.
Ya gideceksin, ya gideceksin! Bu işkenceyi çekeceksin.
Bu arada çok merak ediyorum, “ağırlanmaya” alışmış bizim sosyetik (ve sosyetik olmayan) kadınlar, hiçbir işini kendi yapmayan prenses kılıklılar devlet dairelerinde ne yapıyor?
Sırada bekliyorlar mı mesela?
Sıkıysa bekleme. Yolarım saçlarını.
Neyse efendim, dediğim gibi bu defa azmettim ve uyandım. Elbette saat 8’de filan gideceğim yerin kapısında değildim.
ışte bir numaralı yanlış! Bürokrasi esiri olacağın bir güne erken uyanacaksın! Zaten devlet daireleri kış mevsiminde 4 dedin mi kepenkleri indirmek üzere büyük hazırlıklara başlıyor, sadece sabah ve öğlenin var yani. Öğlen gitmeye kalkarsan da iki ayağın bir pabuca girer.
Eh, onun da bir sebebi var. Çünkü normalde 3,5 dakika sürecek bir iş için 3 kere gidip gelecek, 5 ayrı yere gönderilecek, 4 ayrı daireden mühürlü, imzalı, cartlı, curtlu belge almak zorunda bırakılacaksın. Malum, esas işinizin olduğu yerden bir belge almak için hep başka bir devlet dairesinden alınan başka bir belgeyi ibraz etmeniz şarttır. Ama bunu orada öğrenirsiniz.
Eh, tabii bu kadar yere git-gel; yetişemeyeceksin, işin ertesi güne kalacak.
Yemin ediyorum bir günümü daha buralarda geçirirsem size “bürokraside kestirme yollar” kitabı yazacağım. Hangi devlet dairesine giderken aracınızı nereye koymalısınız, hangi belge için kaçta gitmelisiniz, gerekli yerlerin adres ve telefonları, krokileri, hepsini yazacağım...
Vallahi 3 gününüzü kurtarırım, “Melike, sayende yarım günde hallettik işleri” diye teşekkür edersiniz...
Peki, bu maceramızdan ne öğrendik?
“Eh artık, devlet daireleri de eskisi gibi değil yahu” cümlesini kurmak için henüz erken olduğunu...
Nasıl mı? Şöyle...

Şimdi devlet dairelerinde çalışanlar bana kızacak ama genel anlayış ve iletişim konusunda büyük sıkıntıları olduğunun herhalde kendileri de farkındadır...
O yüzden kusura bakmazsınız artık, yazacağım!
Bir meslek grubu bu kadar mı iletişim yoksunu olabilir? Bir meslek grubu bu kadar mı “müşterisine” dilediği gibi davranma özgürlüğüne sahip olabilir?
Kimse kucaklanmayı beklemiyor ama en azından iki kişi arasındaki diyalog “devlet dairesi resmiyetinde” olmalı.
Devlet dairesinde “senli benli” konuşmak niyedir mesela? Polislerin de en büyük huyu bu...
Sanki alt komşusuyum. Sanki akrabasıyım. Ben, “sen” diye hitap ediyor muyum soru sorarken? Nereden çıktı bu samimiyet?
Sonra, kadın nüfus ağırlıklı yerlerde bir de keyif bekleyeceksin. Çayının, kekinin, kadın muhabbetinin önceliği var. O muhabbeti senin duymanda da hiçbir sakınca yok. Evinde gibi. Sonra senin işinle ilgilenecek.
Daha neler var neler...
Yalnız her şey bir yana, şu konuda bir şüphem yok; ne yaşam güçlüğü ne de başka dertler, iş yaparken bu kadar disiplinsiz olmayı gerektiriyor.
Devlet dairelerindeki bu iptidai anlayış 80’lerin devler dairesi parodilerini aratmıyor...
Aradan neredeyse 30 yıl geçmesine rağmen...

İnsanı hasta ediyor!

* Yeşim Salkım’ın bol tashihli Tweet’leri...
Yanlışım varsa düzeltin, biz eskiden dilbilgisi konusunda bu kadar berbat değildik yahu... Ya da herkesin yazı diliyle sürekli karşılaşmadığımız için mi dikkatimizi çekmiyordu acaba, nedir?
Sevgili Yeşim Salkım bağlaç olan de’leri, ki’leri ve soru eki olan mi’leri kelimelere bitiştirdikçe ensemden şöyle bir ürperiveriyorum.
Ne olur çok sevgili ama çok sevgili Yeşim Salkım, çektirme bu ezayı bana. Ayır şunları! Ne olur!
* Sürekli meziyetleriyle övünenler...
Bir insan çok yetenekli olsa da, kendini ortalara atınca şöyle bir soğuyorum inceden. Elde ettiği başarılarını, okuduğu okulları, yaptığı işleri sürekli uluorta bangır bangır anlattığı zaman “hı-hı” deyip kaçasım geliyor.
Büyük bir başarıyı; başarıyı bırakın, herhangi büyük bir “şey”i vurgulamaya gerek yok ki?
Zaten o kendini vurgular yeterince?? “Büyük” çünkü bak; olayın sırrı kelimenin kendisinde.
Diyorum ki, başarı sahibi ancak mütevazı davranınca tadından yenmiyor. Ötekisi biraz şova giriyor.
Yazarın Tüm Yazıları