Paylaş
Kısa bir süre önce meczubu hapse atarak tekme atma “özgürlüğünü” kısıtlayan adalet makamları, yeniden bu özgürlüğü ona teslim etti.
Nereden baksanız, elimizde kalan bir karar.
Ne diyor bu karar?
Erkeklere “Giyimini beğenmediğiniz bir kadını tekmeleyebilirsiniz” diyor.
“Tekmelediğinizde ceza almazsınız, merak etmeyin, en fazla birkaç gün hapis yatarsınız. Sonra buyurun, yeniden tekmeleyin... Onu tekmeleyemezseniz, başkasını tekmelersiniz, memlekette şortlu kadın bol...” diyor.
“Ülkemizde ‘genel ahlaka’ uymayan kadınlar, (genel ahlak da ne ise) şiddetle dersi verilmesi gereken mahluklardır” diyor.
Bırakın gece bir yerlerden dönen “iffetsiz” kadınları, güpegündüz bir otobüste işinden dönen bir kadının bile can güvenliği yoktur ve devlet kadınları korumaktan acizdir” diyor.
“Türkiye’de belirli çerçevede giyinmezseniz, muhafazakar bir görünüm sergilemezseniz, her türlü muameleye layıksınız” diyor.
“Çalışmayın, sokağa çıkarsanız ‘beyiniz’ olmadan gezmeyin, hele hele muhafazakar görünmüyorsanız tek başınıza kesinlikle gezmeyin...” diyor.
Diyor maalesef.
Şort giydiği için tekmelenen bir kadına yönelik verilmiş bu karar tekil bir meseleye işaret etmiyor. O yüzdendir verilen büyük tepki.
Ayşegül Terzi, topluma “mesaj” göndermek isteyen bir “adalet” insanının mesaj elçisi oldu bir bakıma.
Bir dava üzerinden, topluma bir mesaj gönderiyor kararı verenler.
Gece rahat uyuyorlar mıdır acaba?
Uyuyorlardır elbette.
“Artık bu toplumun değer yargılarını inciten kim varsa, almıştır mesajı” diyorlardır.
Fakat bir konuyu atlıyorlar: Türkiye’de sadece kendisinin ve kendileri gibilerinin yaşamadığını... Yüzbinlerce, milyonlarca insanın varlığını atlıyorlar.
Kolayca belirli bir hayat tarzına göre tasarlanabilir bir toplum olduğunu düşünüyorlar.
Yanılıyorlar.
Kimsenin esiri değiliz!
İşte insanın düştüğü en büyük çukurlardan biri bu.
Çevresini, ülkesini, kendi değer yargılarına göre tasarlama arzusu.
“Ben doğruyu bilirim, benim yaşamım, benim bakış açım, benim inancım doğrudur” demek...
Yola çıkış noktasını kendisi alarak, başka insanların hayatını etkileme hakkını kendisinde görmek.
Önemli bir makama geldiğinde, rengarenk bir toplumun hayatını, doğru gördüğü bir hayat algısına göre değerlendirerek tektipleştirmek.
Üstelik kendi gibilerin de sesi çok çıkınca, toplum sadece “belirli tip” insandan, kendine benzeyenlerden oluşuyor zannetmek, bir kitlenin hayat standartlarına göre diğerlerini de ayarlayabileceğini düşünmek...
Gökkuşağının tüm renklerini barındıran bir toplum geçmişte de söz sahibi insanlardan bu muameleyi gördü.
Bugün de görüyoruz ki, tarih çizgisinde konular, kişiler, kavramlar değişiyor ama anlayış değişmiyor.
Kim söz sahibi olsa, çevresini kendi “doğru” anlayışına göre değiştirmeye çalışıyor.
Fakat şöyle bir gerçek var: Zorla güzellik olmaz. Hayatta herhangi bir varoluş şekli zorla dönüştürülmez, dönüştürülürse hep “orijinal” haline dönmek için doğal bir eğilim gösterir...
Neyi zorlarsanız, daha büyük bir dirençle karşılaşırsınız hayatta.
Bu, hayatla aldığımız büyüklü küçüklü her türlü karar için de geçerli.
Dahası, “Güzellik” dediğimiz şey de bakan göze göre değişir.
Şortlu bir hemşirede ahlaksızlık gören bir gözün güzellik anlayışıyla kendinizinkini bir tutar mısınız mesela?
Veya tepeden tırnağa örtünmemiş bir kadın gördüğünde onu işinde gücünde biri olarak görmek yerine “Erkekleri tahrik etmek için ortalarda dolaşan bir aşüfte” diye tanımlayan bir adamla güzellik anlayışınız bir olabilir mi?
Bir toplum, “Çünkü benim hayat anlayışım doğrudur ve herkes bu yönde yaşayacak” diye zorla dönüşüm yaratmaya çalışanların esiri değil.
Hiçbir zaman olmamış, yine olmayacak.
Paylaş