Paylaş
“O benim hakkımda bunu düşünüyor”la dertlenenler, az tanıdığı insanların fikirleriyle hayatlarını şekillendirenler...
Bir kere hayata geliyoruz ve milletin bıdı bıdısını çekiyoruz. Hoş, bunlar kimi zaman mecburen katlandığımız durumlar.
Bir insanın sözüne üzülmek için birkaç tane basit soru var esasında: Hayatımı paylaşıyor muyum? Beni tanıyor mu? Onunla evli miyim? 20 yıllık dost muyuz?
Başkasının lafına bel bağladığın zaman tüm duygularını onlara teslim etmiş oluyorsun.
Al diyorsun, manipüle et beni, çünkü senin ilgi ve sevgine, en önemlisi de beni onaylamana ihtiyacım var.
Seni tanımayanın kötü sözüne bozulduğun gibi, seni çok tanımayan kişinin övgüsüne ve sevgisine de bağımlı hale geliyorsun.
Halbuki ikisi de gerçek değil. Kısacık hayatta, her ikisi de gerçek değil.
Zaten sizi az tanıyan insana isterseniz akşama kadar kendinizi anlatın, “Ay ben çok şöyleyimdir” deyin, o yine kafasındaki kanaatten şaşmayacak.
Bu tip duygusal bağımlılıklarla boşlukları dolduruyoruz belki de.
Kendi hayatına sahip çıkmazsan kontrolü birileri eline alıyor, sen de ağzın açık bekliyorsun. Köleleşiyorsun. Duygusal kölelik.
Bakın, bugün sorgusuz sualsiz bir insanın peşinden giderek aksi yönde gidenleri küfür yağmuruna tutanlar var ya.
Onlar da duygusal köle mesela. Hayatlarındaki boşluğu öyle bir coşkulu teslimiyet duygusuyla dolduruyorlar.
“Hayattaki boşlukları doldurmak” deyince eğitimin, ailenin, yetişme biçiminin rolü ortaya çıkıyor.
Eğitimsiz bir adam, sorgusuz sualiz teslimiyete daha meyilli şüphesiz. Sorgulayan akıl, önündeki insanı eğrisiyle doğrusuyla tartmayı düşünür, tapmayı değil.
Bir diğer “içimdeki boşlukları dolduruyorum”cu model, en az “duygusal köleler” kadar fena.
Dünyayı keşfetmek yerine dünyadaki insanların onu keşfetmesini bekleyen bir dolu insan var mesela.
Düşünsenize, dünyada bizi delirtecek kadar değişik, ilginç kim bilir neler var... Görülecek onca yer, öğrenilecek bir dolu yeni bilgi. Kimisinden haberdar bile değiliz.
Civcivli kalabalık yerlerde bulunduğumda, insanları seyrettiğimde hep aynı his bastırıyor: Bir yanda keşfedecek, öğrenecek koca bir evren; bir yanda ise “Ben, ben, beni sevin, bana bakın, en çok benimle meşgul olun” diyen, kendini göstermek, öne çıkmak için çırpınanlar...
Son derece sıradan ve niteliksiz olsa da her adımına alkış bekleyenler...
Böyle hepsinin omuzlarından tutup “Hayat kısa, ALO??” diyesi geliyor insanın.
Sevgili Billur hanımefendi, sırrınızı açıklayınız!
Bakın size söylüyorum. Yıl olacak 2098, bizim gözümüzden kurt çıkacak ama Billur Kalkavan Bodrum plajlarında genç sevgilisiyle görüntülenecek ve biz buna hiç şaşırmayacağız.
Seneler içinde bu kadar mı değişmez insan? Hayır yaşlanmayı durduran gen keşfedildi ve bir tek Billur Hanım’a mı uyguladılar?
Yahu 20 yaşındaydım Billur aynı Billur, geldik neredeyse 35’e Billur aynı Billur fakat efendim, Melike yaşlanıyor?
Buradan kendisine “Nerede adalet?” diye sormak istiyorum.
Eğer bir sırrı varsa paylaşsın, hepimiz faydalanalım.
Yürümekse yürümek, bisikletse bisiklet, beslenmeyse beslenme biz de uyguluyoruz fakat efendim ne oluyor?
Birkaç kilometre yürüdükten sonra “Oy dizim” “Ay belim” “Yanlarım ağrıdı” “Etlerim büzüştü” diye bulduğum ilk yere develer gibi çöküyorum.
Erken yatmaktı, erken kalkmaktı, iyi beslenmeydi, hepsi var ama biz pörsüdük, kendisi her sene bir öncekinden daha gençleşmiş bir vaziyette plajlarda arz-ı endam ediyor.
Gerçekten soruyorum. Sırrın ne arkadaş!
Paylaş