Paylaş
Ne bileyim, para eden saçmalıkların alkışlanmasını eleştirirdik mesela.
Vasatlığın alkışlanmasını, insanların üzerine en çok kim renkli şeker sallıyorsa, onların ihya edilişini...
Televizyondaki programların saçma sapanlığını, izleyicisine hiçbir şey vermeden ceplerini dolduranları kınardık.
Hurafelerin gerçekliğini sorgulamak için programına din adamı çağıran sabah programcılarını mesela...
İzleyicisine bir gram rasyonel içerik üretmemesine rağmen, sırf “bla bla” ile onların üstünden sırtından para kazanan adamları veya...
Üzülürdük, endişelenirdik, “Vay arkadaş, nereye gidiyoruz, koca bir toplum uyutuluyor” diye diye de izlerdik üstelik.
Baksanıza, resmen şimdi 2000’lerin çürümüşlüklerini bile konuşamaz hale geldik.
Zira yaşananlara bakılırsa tarih öncesi bir dönemde filan olmalıyız.
Yakında dünyaya dev bir göktaşı çarpsa, üzülmem. Hatta sevinirim bile.
Zira bu kadar derin bir “bilgiyi, bilimi reddediş” çağında, hem de cehaletin beşiği bir coğrafyada yaşamaya tahammülüm kalmadı.
Dinozorlar gibi yok olalım da gezegenimiz bu insan denen tuhaf canlının hem birbirine, hem de evrene olan zulmünden kurtulsun.
Bakın size söyleyeyim, eğer evrenin başka bir noktasında, bir yıldızın etrafında dünya gibi yaşamın yeşermiş bulunduğu bir gezegen varsa, bu gezegende akıllı canlılar yaşıyorsa ve Dünya’da olan bitenleri takip ediyorlarsa “Aman hiç bulaşmayalım” diyorlardır.
“Bu insan denen varlıkla uğraşılmaz kardeşim, baksana kendi icatlarıyla birbirlerini yiyorlar” diye söyleniyorlardır.
Valla ben uzaylı olsam, gerçekten bulaşmam Dünya’ya.
Zaten nasıl anlatacaksın ki mesela “Şimdi bu dünyada farklı dinlere inananlar var tamam mı. O dinlerin de mezhepleri var mesela ve aynı dine inananlar bile sırf mezhep farklılıklarından birbirlerinin boğazını kesiyorlar” desen, aval aval suratına bakar.
“Dostum, siz aklınızı yitirmişsiniz, yiyin birbirinizi, ben hiç bulaşmam” der, tıpış tıpış kendi gezegenine geri döner.
O sebeple şu sıralar uzaylı istilası filan bekleyen varsa vazgeçsin bu sevdadan.
Gelmezler arkadaşım. Düşünebilen, üretebilen ve akıl sahibi bir türün böylesine cehalete teslim, adeta dürtüleriyle “yürüyen” bir mutant canlıya dönüşmüş olduğunu görürler ve gelmezler.
O yüzden dev bir göktaşı daha sağlam iş.
Valla, çarpsın da bitsin insanın evrene olan zulmü.
Azalarak bitsin...
Sosyal insanların kendilerine göre daha asosyal olanlara hastalıklı muamelesi yapması azalarak bitsin. Yalvarıyorum bitsin.
Arkadaşım, her gün gezip tozmayınca, her gece bir mekanda görülmeyince de yaşanabiliyor ve ona da hayat deniyor.
Eğer gece çıkmıyorsan, sürekli bir yerlerde görünmüyorsan “Ay n’apıyorsun, sıkılmıyor musun?” sorusuyla karşılaşmak an meselesi.
“Ofisten çalışmamak” konseptini ofiste çalışan çoğunluğa anlatmak zaten zor.
Kendi vaktini ayarlama lüksün var ve trafik denen beladan yırtıyorsun.
Sabah kırk saat kahvaltı etmek, onunla bununla laklak etmek, Facebook karıştırıp çalışıyormuş gibi yapmak filan da yok.
Yani zaman katili ne varsa hiçbiri yok.
Asker gibi kalkıp işini yapıyorsun, kendi programını da kendin ayarlıyorsun; temiz iş.
Fakat ne zaman “ofiste çalışmıyorum” dersen laf aynı: “Hayat sana güzel...”
Yok, illa o ofise gidecek, trafiği çekecek, sosyalleşecek insanlarla iletişim içine girecek ve “görüneceksin.”
Öteki türlüsü ömür boyu süren bir tatil algısı, başka bir şey değil. İstersen evde atomu böl, “ofisten çalışmıyorum” dediğin zaman “AY NE GÜZEL ATOMU EVDE BÖLÜYORSUN HAYAT SANA GÜZEL” diyen çıkar, yemin ediyorum.
Şimdi ofiste çalışmamak” konsepti zaten insanlara “zaman kazandırıcı bir çalışma sistemi” olarak değil, “tatil” olarak görünüyor, bir de şimdi “Ay hiç çıkmıyorsun bir yerlere sürekli evde misin”ciler çıktı, iyi mi.
Sevgili arkadaşlar, rica ediyorum sakin olunuz. Sürekli evde oturulmayan, fakat gece bir mekanda kazık gibi dikilip durmaya veya “Aman şurada da görüneyim”e “sosyalleşme” denilmeyen bir hayat da var. Bilginize sunarım.
Paylaş