Paylaş
Bir vakit bizim Yalova’da bir yazlık vardı. 99 depreminde büyük hasar gördü.
Site bir kişiyi yuttu, gerisi kurtuldu. Kısa süre sonra yıkım kararı alındı ve bir zamanlar evimiz bellediğimiz yer, dümdüz bir çorak araziye dönüştü. Yaslı, yürek burkan bir araziye.
20 sene evim dediğim yer, bugün hâlâ rüyalarıma girer. Yetmez, ara sıra gider, o boş arazide dolaşırım.
Neyse, şimdi konu o değil. Yanındaki site. Size o siteyi anlatmak istiyorum.
Herhalde ilk çiviyi çaktıkları yıl 87-88 senesi olmalı.
Projeyi görünce civarda bulunan Aydınkent-Ceylankent benzeri bir site olacağını düşündük.
İnşaat başladı, arazinin doğu kısmında, denize paralel bir bina yükseldi.
Tüm daireler denize bakıyor, bina da fena görünmüyor... Bina bitti, ilk evler satıldı. Yeni sakinler şimdilik hayatlarından memnun...
Fakat bir sorun var. Müteahhit baktı, eğer denize paralel uzanırsa bu binalar, araziye fazla bir şey sığmayacak.
Oturdu, düşündü, “binalar denize dik olsun” dedi.
Böylece iki binanın yanına, belki diğeri gibi yapsa iki bina daha sığacakken 7-8 bina daha sığdırdı.
Hepsi kenardan köşeden denize bakıyor ama boynunu zürafa gibi uzatacaksın, ancak öyle.
Bu binalarda ev alanlar için “yazlık” demek, betona bakarak oturdukları daire demek oldu ilerleyen senelerde.
Çakal müteahhit araziye tıka basa evleri sığdırdı ama bu arada etraf düzenlemesi yapmadı.
Arazi, binalarla birlikte bildiğin gecekondu modeli “yazlıkkondu”ya benziyor.
Çocuklar çamurda yuvarlanıyor, her yer kel, inşaat çöpleri, sahil desen sahile benzer yanı yok.
Bir tane ağaç yok, site sakinleri kendi imkanlarıyla güneşlik, şemsiye filan alıyorlar, bahçeye meraklı olan kendi bahçesini düzenliyor...
Ama genel görüntü “inşaat halinde olan bir site gibi ama değil gibi...” Yazlıkkondu işte. Birkaç sene geçti, yazlıkkonduda bir değişim yok. Adam küçük araziye sıkıştırdığı ve keleş haliyle teslim ettiği binalardan yeterince kazanamadı.
Sitenin en doğusundan ve en batısından başlayarak, normalde dinlenme alanı, park, tesis olması gereken yerde, sahil şeridine daha yakın olan bölgede yeni bina inşaatları başlattı.
Bizim balkondan komşu binaya elini uzatsan değeceksin. Biz de yan site sakinleri olarak, ilerleyen senelerde dağ, deniz diye betona baktık.
Bu sitenin en doğusundaki bina burnumuzun dibine kadar girince eski Kadıköy evlerini düşünür olmuştuk.
Hani dar sokaklara açılı cumbalarla bakarlar, kimse kimsenin önünü kesmez, yaşam alanına saygı gösterir...
Çakal müteahhit dönemiyle son bulan, medeni eski Türkiye’de kalmış, yok olmuş bir anlayış işte...
Neyse, çakal müteahhit dikti mi binaları hem bizim önümüze, hem de eskiden “ful deniz manzaralı” diye sattığı kendi sitesindeki binaların önüne. Ahali direndi ama elleri kolları bağlı, ne yapsınlar. Çok vakit geçmeden yeni binaların da yeni sakinleri geldi.
5 sene geçti, 10 sene geçti, 20 sene geçti, adam çevre düzenlemesi yapmadı.
Şimdi gidin o siteye, hala “inşaatı bitmemiş yazlıkkondu” görürsünüz.
Fakat sorsanız oranın eski sakinlerine, “25 yıldır burada oturuyoruz” derler...
O sırada iplik fabrikası boyalarını ve her türlü kimyasal ihtiva eden atıklarını, siteler de tim bağırsağını denize akıtıyordu.
Bugün koca bir fosseptik çukuru olan İzmit Körfezi işte böyle oluştu.
İleride coğrafya kitaplarına yazarlar artık...
İşte sevgili yurdum çakallığı kurbanı muhterem Habitus okuru... Türkiye’yi biz çocukken böyle öğrendik.
Hepinizin hayatında Türkiye’yi ilk öğreten böyle “yurdum çakallık hikayesi” vardır, eminim.
Bu hikayenin haritasını alın, bugünün Türkiye’sine uygulayın, bakın bir fark görebiliyor musunuz? Müteahhit önce denize paralel bina yapar. Onları satar... Baktı çok bina sığmayacak, araziyi denize dik binalarla doldurur, onları da satar...
Sonra baktı o da yetmiyor, daha önce sattığı binaların önüne başka binalar diker, onları da satar.
Çevreyi düzenlemez, “içine girilebilecek daire”den başka hiçbir kaleme bir kuruş ayırmaz. Çocuklar yabani otların içinde koşturarak, çamurlarda yuvarlanarak büyür. Lağımlı, kimyasal atıklı denizde yüzerler ve ona “hayat” derler.
Kendi paralarıyla satın aldıkları “yazlıkkondu”larında, esasında çok daha iyi koşulları hak etmelerine rağmen birileri o koşulları yaratacak paraları yediği için kendilerine verilen imkanlarla yetinirler.
Aynen bizim bugün yaptığımız gibi...
Paylaş