Bir şehir insanının isyanı

İnsanda bir sahil kasabasına yerleşip “Farmville kafası” yaşama, sebze yetiştirip onları afiyetle yeme, yedi saat boyunca denize bakma isteği uyandıran bir şehir varsa o da Ystanbul’dur arkadaş!

Haberin Devamı

Artık “gideceğim buralardan” diyen ve sayıları hızla artan arkadaşlarıma, arkadaşlarımın arkadaşlarına ve hiç tanımadığım insanların kulak misafiri olduğum konuşmalarına “hee heee gidersin tabi” hisleriyle değil, aksine “derhal gitmelisin, durduğun hata” cümlesiyle katılır oldum.
Bazen “daha iyisini görmediğimiz” ya da yapmaya cesaret edemediğimiz için daha iyi bir yaşamı tercih etmediğimiz-edemediğimiz fikrine kapılıveriyorum.
Yani kafayı günde yarım saat fazla çalıştırıp başka türlü bir yaşam kurabilirmişiz.
Ancak insan dediğimiz yaratık “ortalama koşul” buldu mu olduğu yere öyle bir yapışıveriyor ki onu yerinden kımıldatabilene aşk olsun.
Yani ne çok iyi ne de çok kötü, “idare ediyoruz, yuvarlanıp gidiyoruz” duygusuna sahipse her neredeyse oraya çakılıp kalıveriyor.
Yerinde kaldıkça ağırlaşıyor, köklerini derinlere salıyor, kımıldamaz bir hal alıyor...
“Daha iyisini yapabilirim” düşüncesinden, elinde halihazırda var olanı kaybetmeme pahasına vazgeçiyor... Kendine, mutsuzlukla “eh fena değil” arasında gidip gelen bir yaşam kuruyor.
Yşte aşağı-yukarı birbirinin aynı hayatları yaşayan ve “Nasılsın?” sorusuna hayatında bir kez bile olsun coşkuyla “Yyiyim!” diyemeyen canlı türüne “şehir insanı” diyoruz...

Uzağa kaç!

Haberin Devamı

Söyleyin, durmaksızın otomobil sesi olan bir yol kenarında neden otururuz? Neden içgüdüsel olarak daha yeşil, daha sessiz olanı seçmeyiz?
Cevabı basit: ?ehir insanı dediğin doğanın değil, insan eliyle yaratılmış çirkinliğin içinde büyüdüğü için kötüyü iyi zanneder. Çünkü tozu toprağı eksik olmayan, gürültülü, kalabalık ve çirkin bir yerde yetişmiş ve yetiştiğimiz yere benzemişiz.
Çocuk sahibi olanlar için durum biraz daha vahim bu arada. Yani anne-baba için değil de, çocuk için şehir yaşamı fena. Apartman dairesine hapis kalan çocukluktan ben ne anladım sevgili sokak çocuğu Habitus okuru. Çamurda yuvarlanıp ağaca tırmanacağına egzoz soluyup eve dönünce de bilgisayar oyunlarına saplanıyorsa, evladın için üzülürüm bak. Sokakta oynayan çocuk da ayrı dert. Ara sokaklarda gazlayan adamlar beni delicesine korkutur mesela. Oyun oynayan çocuklar ne zaman ezilecek diye düşünmekten şu yaşımda saçlarım beyazladı..
Yalnız, ister apartmanda, ister sokakta oynasın, artık çirkinliğe bizden çok daha çabuk adapte oluyor yeni nesil, onu da çok iyi biliyorum...
¡¡¡
?ehirden kaçanları oluşturan bir diğer grup da “sebze yetiştirerek mutlu olacağımı biliyorum”cular... Büyük kariyer ihtiraslarını “kısacık kulisle, sahte sahte muhabbetlerle, ayıya dayı demekle geçer mi be, aaaa!!” hisleriyle dolup taşarak geride bırakan ve hızla kalabalıktan kaçan “şehir insanları” yani. Eh, basit yaşantı arzusunun mekanı elbette şehrin ortası değil.
Aslında biliyor musunuz, kalabalıktan bedenen değil de, fikren kaçmayı becermek esas yetenek.

Şunları anlamadım...

Haberin Devamı

Polis araçlarının pervasızlığını: Her an her türlü emniyetsiz manevrayı yapma hakkı olan polis arabalarını gördüğünüzde aksi istikamete doğru hızla kaçınız. Ölmek istemiyorsanız tabii...
Hesapta güvenliğimizi sağlamak için olan “çalışan” polisin trafikteki davranışını tüm vatandaşlarımız benimsese sanıyorum trafik kazalarında ölüm oranı yüzde 700’lere fırlar. Bizim tabi olduğumuz kurallar size işlemiyor mu sayın polis, hayır yani bilelim.
?erit kapatmayı: Köprüde insanların rahat rahat gezineceği alan varken “Bono yürümesi” için şerit kapatmanın sebebi neydi? Hâlâ kimseden açıklama gelmiş değil.
Ha, tabii Türkiye’ye “Mühim” insan geldiğinde, burada yaşayan insanları yok sayarcasına, akla gelen ilk güvenlik sağlama metodu yol kapatmak olunca, normal karşılanmalı bu.
“Biz ne olur ne olmaz bir şeridi kapatalım da...”

Yazarın Tüm Yazıları