Paylaş
Cumartesi bir hikaye anlatacaktım size, sığdıramadım. İş güvenliği, can kıymeti ve bunun hayata etkileri konusunda okuduğum en çarpıcı hikayelerden biriydi. Gerçek üstelik...
Hikayeyi, Charles Duhigg’in “Alışkanlıkların Gücü” isimli kitabından alıntılayarak, dilimin döndüğünce özetlemeye çalışacağım.
1987 yılında Wall Street yatırımcıları ve borsa analistlerinden oluşan bir topluluk, Alcoa’nın (Aluminum Company of America) başına geçen yeni CEO’yu dinlemek üzere bir araya gelmiştir (Alcoa, çikolataları saran folyodan tutun uyduları bir arada tutan cıvatalara kadar her türlü alüminyumu üreten dünya devi şirket).
Bir önceki sene Alcoa’nın attığı yanlış adımlardan dolayı, şirket hem müşteri hem de kâr kaybediyor. Yeni CEO’nun gelişi de bu yüzden.
Yeni CEO, Paul O’Neill adında eski bir hükümet bürokratı.
O’Neill, tanışma toplantısındaki sözlerine, kârdan, maliyetten değil, “Size işçi güvenliğinden bahsetmek istiyorum” diye başlıyor.
“Eğer Alcoa’da işlerin nasıl gittiğini anlamak istiyorsanız, işyeri güvenlik rakamlarımıza bakmalısınız. Kaza oranlarımızı aşağıya çekeceksek, bu, şirketteki bireyler önemli bir şeyin parçası olmayı kabul ettikleri, mükemmeliyetçiliği alışkanlık haline getirmeye kendilerini adadıkları için olacak. İş güvenliği, şirket genelinde alışkanlıklarınızı değiştirme yolunda ilerleme kaydettiğimizin bir göstergesi haline gelecek” diye devam ediyor.
Bir CEO’dan beklenen kâr odaklı konuşmanın aksiyle karşılaşan ve bir takım “iş güvenliği safsataları” dinleyen topluluk dağıldıktan sonra, bir yatırımcı tüm müşterilerini arayarak Alcoa’nın başına bir hippinin geçtiğini ve şirketi batıracağını, tüm hisselerini derhal elden çıkarmalarını söylüyor.
Yatırımcı, yıllar sonra bunu, hayatında verdiği abartısız en kötü karar olarak anlatıyor...
Bu konuşmayı takip eden bir yıl içinde Alcoa’nın kârları hızla yükselerek rekor seviyeye ulaşıyor. O’Neill emekliye ayrıldığında şirketin net yıllık geliri önceki döneme göre 5 misli, toplam piyasa değeri ise 27 milyon dolar artmış bulunuyor.
Üstelik bu, Alcoa dünyanın en güvenli şirketlerinden birine dönüşürken oluyor.
Peki O’Neill, dünyanın en büyük, en hantal, tehlike potansiyeli en yüksek şirketlerinden birini bir kâr makinesine nasıl dönüştürüyor?
Basit ama uygulaması sabır isteyen bir strateji ile: Önce bir alışkanlığa savaş açıp, sonra değişimlerin organizasyon içinde dalga dalga yayılmasını izleyerek...
“Alcoa’yı dönüştürmem gerektiğini biliyordum ama insanlara değişmelerini emredemezsiniz, çünkü beyin öyle işlemez. Ben de önce bir alana odaklanmaya karar verdim, tek alanda oluşmuş alışkanlıkları bozabildiğim takdirde değişim şirketin tamamına yayılacaktı” diyor.
O’Neill’in inancına göre bazı alışkanlıklar bir zincir reaksiyon başlatma gücüne sahiptir. Bunlar organizasyona yayıldıkça diğer alışkanlıkları da değiştirebilirler. Bu “bazı” alışkanlıklar, kilit taşı alışkanlıklardır ve zamanla her şeyi dönüştüren bir süreç başlatırlar.
O’Neill’den önce Alcoa’da “üründe kalite artışı” gibi öncelikler belirlendiğinde, bu süreç işçilerin greviyle sonuçlanmış.
O’Neill, “Temel ihtiyaçlara döndüm” diyor. “Ailenizin karnını doyurmak için yaptığınız işin sizi öldüreceğinden korkmuyor olmanız gerekir. Ben de işte buna odaklanmaya karar verdim: Herkesin güvenlik alışkanlıklarını değiştirmeye...”
O’Neill’in yeni programına göre, biri kaza geçirdiği zaman birim başkanı 24 saat içinde bunu kendisine bildirmek ve söz konusu kazanın bir daha yaşanmamasını sağlayacak bir program sunmak zorunda. Sadece bu sistemi benimseyecek kişiler terfi edebiliyor... Kaza ve bildirim zinciri, şirkette yoğun bir iletişim zinciri kurulmasına sebep oluyor. Neticede ucunda ödül var: Terfi.
Bu sistem sürdükçe, güvenlik konusundaki iyileşme başka bölümlere ve nihayet her çalışanın kendi hayatına kadar siniyor...
O’Neill, hiçbir zaman işçi güvenliğine odaklanmanın Alcoa’nın kârını yükselteceğini vaat etmemiş. Ama başlattığı yeni rutinler organizasyona yayıldıkça maliyetler düşmüş, kalite yükselmiş, verimlilik tavan yapmış...
Velhasıl kelam... Bizler, sorumlulara “İnsan olun” veya “Vicdanınız nerede sizin?” diye sorduğumuzda, onların daha fazla insan veya daha fazla vicdanlı olmalarını sağlayamayacağız. Parayla dönen sistem ve modern kölelik, hele ki gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerinde insani duygulara yer bırakmıyor çünkü.
Tek çözüm var; söz sahibi güçlü insanlar ve devlet, insan hayatını her işin önüne koyacak ve iş modellerini yavaş yavaş, O’Neill’in yaptığı gibi “ödül” sistemiyle değiştirecek. Bu işin başka yolu yok.
Hayatımız, ancak insan hayatının tartışmasız öncelik olduğu gün, kökten değişecek.
Paylaş