“Bilmiyorum” diyememek

Hata kabul etmek, özür dilemek, eksikliğini, yanlışlığını kabul etmek bizim buralarda pek kabul görür bir olay değil malumunuz. Hata yapsan bile arkasında duracaksın ki imajına bir zarar gelmesin.

Haberin Devamı

Şimdi bunu “yurdum gerçeği” olarak bir kenara koyduk, ancak bir konu var ki, meseleye kat çıkıyor, günlük hayat ilerlemesin diye her an tetikte, sana çelme takmak üzere bekliyor.
Onun da adı “Bilmiyorum diyememek”...
Elinizdeki cihaz bozulmuştur mesela, satın aldığınız yere götürürsünüz, dersiniz ki, “Bak kardeşim, şunun şurası hatalı, bunu değiştirmek lazım”. Adam sana “Yane honföndöee bunların hepsi böyle, bir sıkıntı yok” diye karşılık verir. Dersin ki “Bir SIKINTI olmadığına nereden karar verdin kardeş? Sordun mu teknik adama?”
Sormamıştır, öğrenmemiştir, teknik konuda herhangi bir bilgisi yoktur ancak bilmediğini asla kabul etmez. “Neden bilmiyorum demiyorsun?” diye sorarsın, cevap veremez...
Bir yiyecek alırsın, içeriğiyle ilgili bir soru sorarsın, bu soruları yanıtlamak üzere orada duran görevli kızımız yine bilmez, “bilmiyorum” diyemez. “TBİKİ YAANİ SNUÇTA Bİ ŞKAYET ILMIDIK YANEE” yeterli bir teknik açıklamadır. (bkz. Sıkıştığın anda cümleye “Tabii ki yani sonuçta” diye başlamak...)
Müşteri hizmetleri hatlarına bir soru sorarsın. Sadece onların çözebileceği bir konudur mesela. “Bu konuda farklı bir işlem yapılamamaktadır” derler sana. “Bilmiyorum”un kurumsal dünyadaki versiyonu da budur. “Neden?” dersin, cevap alamazsın veya aynı delirtici cümleyi tekrar duyarsın.
“Ben bilmiyorum, bir bilene soralım” diyemeyenler yüzünden uçup giden zamanı tutamıyorum, “bilmiyorum” diyebilen muhterem Habitus okuru.
Ne kadar zor olabilir “bilmiyorum” demek?
Ne kadar zor olabilir “Bilmediğim bir konuyu ağzımda geveleyerek insanların vaktini çalıyorum” diye düşünmek?

Haberin Devamı


Saat değil süs

Bozuk saatler bile günde iki kez doğruyu gösterir demişler ya... Tam bize göre bir söz... Türkiye’de, halkın görebileceği yerlerdeki hiçbir saat çalışmaz. Çalışsa da illa yanlış saati gösterir. İnanmıyorsanız bundan sonra sokağa çıktığınızda dikkat edin. Dövizcilerin dijital saatlerinden tutun, meydanlarda, garlarda olan saatlere kadar hepsinin beton gibi hareketsiz olduğunu göreceksiniz.
Eh, insan merak ediyor. Madem bir fonksiyonu yok ve hiç olmayacak, binalara, meydanlara, caddelere neden saat koyarlar?
Hani böyle uyduruk Çin malı oyuncaklar vardır. Saat gibi görünen ama hiçbir parçası çalışmayan bir plastik parçası. Veya mini radyo ama sadece şekli radyo, ne bir düğmesi var ne de pili. İşte bizde “saat kullanımı” da böyle aslında. Bir fonksiyonu olsa bile “Görüntüde tamamsa içi olmasa da fark etmez” dünyamızda her obje oyuncaktır, dekorasyon öğesidir, süstür sadece. “Görüntü”dür işte, daha ötesi değil. Bakın mesela Haydarpaşa’daki belki 100 sene önce hayati fonksiyonu olan bir saatti fakat artık öylesine duran bir süs.
“Saatleri asla çalışmayan İstanbul” toplumsal hayatımıza dair bir şeyler söylüyor şüphesiz. Saatlerin dile geldiğini, “Ben insanların sürekli ‘hallederiz, bir şey olmaz” diye yaşadığı; plansız, kaotik bir şehrin malıyım, benden bir beklentiniz olmasın” dediğini düşünürüm hep.
“Böyle başa böyle tarak” diye söylenir gibidir o eski ama çalışmayan/ısrarla tamir edilmeyen ve çalıştırılmayan saatler. “Görüntünün saat olması yeterli, doğruyu gösterecek de ne olacak” diye sürdürür sözlerini...
Doğruymuş, yanlışmış, hiiç ama hiç fark etmez.
Görüntüde “saat”ya işte... O kadarı kafi.

Yazarın Tüm Yazıları