Paylaş
Evet, kulağa tuhaf geliyor ama bunu komiklik olsun diye anlatmıyordu. Kızcağız, ciddi ciddi köpeğine bakıp ağlıyordu.
Sebebi nedir biliyor musunuz?
Köpeğin herhangi bir sorumluluğu, hayatıyla ilgili herhangi bir mecburiyeti olmaması. Pervasızlığı... Umursamazlığı... Canı neyi nasıl isterse öyle yapması... Benzer mutsuzluğu o yıllarda küçük bir bebek olan kız kardeşine baktığında da hissettiğini söylerdi.
Bu iki “üzüntü”, herhalde hayatımda duyduğum en uç noktadaki “başkasının hayatına özenme” hikayesiydi...
Uç örnekten başladım ama hayatın içindeki komşunun aslında bir tavuk olan “kaz”ını isteme hallerinin tezahürü çok daha basit. Hatta o kadar sık rastlanılır ki şu işi bir çözsek ebedi mutluluğun anahtarını filan bulacağız neredeyse.
İç boşluğunun yarattığı en büyük iki büyük etkiden biri işte; başkalarına özenmek. Enteresandır, en çok da kariyerinin tepe noktasına erişmiş, rahat bir hayatı olan, seven, sevilen, akıllılığıyla, becerikliliğiyle, hatta fiziksel özellikleriyle de dikkat çeken insanlar yapar bunu.
Birçok açıdan hayli donanımlı olmasına rağmen kendini yetersiz bulmakta ısrar eder,
Kendini aynada fil adam gibi görmekte ısrar eder.
Özenilecek bir yaşamı olmasına rağmen o, başkalarına özenir. Saçı siyahtır, sarıya özenir.
Hayatı güzeldir ama her şeyi bırakıp gitmeyi sık sık düşünmektedir.
Sevgilisi vardır ama o “başka bir şey”in peşindedir.
Güzeldir ama poposundaki 0.3 santimetrelik fazlalığı olmayanları düşünerek “ölüm orucuna çeyrek kala” diyetlerle dünyayı kendine dar etmektedir.
Akıllıdır, zehir gibidir ama kötü olmaya özenir. Çünkü kötülükle başkalarının üzüldüğünü izlemenin kendi üzüntülerini kısa bir süre olsa da unutturduğunu fark etmiştir.
* * *
Aslında tüm bunlar ayrı ayrı değil, koskoca bir “iç boşluğu”nun farklı kanallardan hayata sızma yöntemleridir.
Bir yandan tahammül edilmez bir iç boşluğu yaşarken, öte yandan hayatı devam etmektedir tabii, ona da ayak uydurması, çok güçlü ve sarsılmaz görünmesi gereklidir...
Çünkü var olabilmek için böyle davranması elzemdir.
Belki değildir ama bu “gerçek”, ona çocukluğundan beri “doğru olan budur” diye öğretilmiştir...
“Kibir kozası”
Her gün karşılaştığınız “kendime güvenim sonsuzdur” insanlarının çoğu aslında dışı semsert “güven”, içiyse yumuşacık, kulak memesi kıvamında “güvensizlik” taşıyor.
Hatta bol bol başkalarına özeniyor ama bunu söyleyemiyor.
O dış kabuğun muhteviyatı pek çeşitli.
Kiminin kabuğu kibir.
Yani aslında pek kibirli, pek negatif, saldırgan ve burnundan kıl aldırmaz görünen adam/kadın, aslında içindeki koca koca boşluklarda bir sağa bir sola savruluyor. Bunu örtmek için kendine bir “kibir kozası” örüyor. Ve onun içinden hiç çıkmıyor. Eh, insanlara karşı gösterdiğin kadarsındır ya çoğu zaman, sorulduğunda, o adam/kadın “kibirli” olarak tanımlanıyor.
Eh, kendine aslında hiç güvenmediğini ve durmadan başkalarının hayatına özendiğini gösterecek değilsin ya!
Bir insanı yenmenin en kolay yolu onu hassas olduğu yerden tekmelemektir herhalde. ışte bu sebepten ötürü dış dünyaya sert kabuğunu göstereceksin ki tekmelenmeyesin.
Tekmelenirsen de en azından başkalarına gösterdiğin yüzün güçlü görünsün, ağlayacaksan evde ağla.
* * *
Kendine zevkli, tatlı, mutlu, kolay yaşama yolları yaratacağına işi yokuşa süren başka bir tür var mı şu dünyada acaba?
Paylaş