Paylaş
Arkadaşlık ilişkileri, bağlantılar, politik hesaplar iyiye iyi, kötüye kötü demeyi zorlaştırıyor.
Tabii bir işe “iyi” demekte asla sorun yok, esas konumuz kötüye kötü demek, diyebilmek. Öyle bir noktadayız ki artık, iyi bir işe “harika olmuş” deyince insan hafiften kendi kendine bile kıllanıyor, “Acaba onu sevdiğim için mi iyi dediğimi düşünüyor?” paranoyası çıkıyor ortaya.
Bir başkasının yaptığı övgü söz konusu olduğunda, “Acaba para mı aldı?”, “Acaba tanıdığı mı?”, “Acaba nasıl bir ilişkileri var ki bu işe BİLE iyi demiş” diye düşünürken buluyoruz kendimizi.
İşini bilen biliyor tabii, sıradan veya kötü bir işe “ehh” dediğinde yüzüne kapatılacak kapıları, sarsılacak ilişkileri hesap ediyor.
Peki ne oluyor? İyi ve kötü, sözlük anlamını kaybediyor, alkışlamaktan avuç içleri şişmişler yüzünden “sektör dengeleri” bile değişiyor.
Her nasıl ülkedeki hakim güç kendi kafasına uymayanın sesini kesmekle, yolunu tıkamakla uğraşıyorsa, farklı sektörlerin hakim güçleri de kendi dünyalarında bu korku imparatorluğunu kuruyorlar.
Güç peşinde koştukları için kendilerine hizmet edecek adam arıyorlar esasında. Sektörlerinde yarattıkları korku imparatorlukları sayesinde, kötüye kötü diyemeyen, işine geleni alkışlayan, kendi çapında siyasi oyun oynayan insanlar yaratıyorlar. Güç kazanmak ve onu korumak için onlara ihtiyaç duyuyorlar... Karşılığında ise “kapanmayan kapılar” veriyorlar. Bir nevi güç ticareti aslında bu...
Her alanda memleketin küçük küçük modelleri içinde yaşıyoruz esasında.
Yanılıyor muyum?
Çıkarsız arkadaşlıklar kurmak: Bir insanı iyi anlamak isterseniz, onu gözlemleyin. Gün içinde işine yaramayacağını düşündüğü, tanımadığı “herhangi” bir insana, çalışanına, etrafındaki insanlara nasıl davranıyor? Eğer “işine gelmeyen” insana da patronuna davrandığı gibi davranabiliyorsa onu bir kenara çekip “Sen dünya üzerinde işine gelmeyene iyi davranan son 1500 insandan birisin. Seni müzeye koyacağız, heykelini dikeceğiz, ayrıca arkadaşım da olmanı istiyorum!” diyebilirsiniz.
Vaziyet böyle olunca herkes çevresine “Acaba ne işi düştü veya ne çıkarı var da yanaşıyor” diye yaklaşır durumda. Eski arkadaşlarını sarmalıyor, yenilerine yer açmakta zorlanıyor.
Yanılıyor muyum?
Azalarak bitse...
Ehe ehe modeli programcılık: “Gezelim, görelim, araya magazin sokuşturalım” formatındaki içeriksiz programlar. Seyrettikçe televizyona terlik fırlatasınız gelir. Sunucumuz, bir dakika içinde 20 kez mikrofon uzatılan kişiye ve kameraya bakar, “aksiyon” yaratır.
Mikrofon uzatılan kişi “Bu bir elmadır” diyecek bile olsa “Vay, demek bu bir elma haaa, bu bir elmaymış sevgili izleyiciler, hmm demek elma diyorsunuz sevgili Filan!” şeklinde “ara dolgusu” yapar.
Hayır, 1993 yılında olsak seni ilgiyle izleyeceğim fakat dünya değişmiş, televizyon değişmiş, sen hâlâ mikrofon uzatıp “ehe ehe” peşindesin güzel televizyoncu arkadaşım.
Görüntü üzerine haber yazmacılık: Şimdi efendim, muhabirimiz bir galaya gitmiş, ünlülerin görüntülerini almış. Ünlülerden malzeme çıkmamış lakin, çoğu “Güzel bir film olduğuna eminim, çok emek var”, “Çok keyifli bir akşam olacak diye düşünüyorum” gibi iç şişirici cümlelerden şaşmamış, haber niteliği taşıyacak mal vermemiş.
Peki o zaman ne yapıyoruz? O kadar gitmişiz galaya, almış görüntüyü, çöpe mi atacağız yani? Mesela diyelim ki “Batman İstanbul’da” filminin galasında birtakım ünlüleri gördük. Ne yapıyoruz? “Meğer Zübeyrcan Bey de küçüklüğünde Batman hayranıymış!” diyoruz ve böylece programımızın beş dakikasını güzelce dolduruyoruz.
Paylaş