Paylaş
Hep soruyoruz ya, “Nedir bu doğa düşmanlığı, nedir bu rant sevdası, para aşkı?” diye...
Rant ve para sevdasını açıklamak mümkün, “yeşil”in tadını bir kere alan bırakamıyor, malum.
İnsan hayatı sonsuz gibi geliyor olmalı o sevda başa bela olduğunda.
Daha çok istiyorsun, daha çok istiyorsun, en çoğunu istiyorsun ve hepsini alana kadar rahat edemiyorsun.
En çok para, en büyük güç sende olsun istiyorsun, sanıyorsun ki mutluluk ve “tamamlanmışlık” duygusu, cüzdanın alamayacağı kadar parayla şişince geliyor...
Bilmiyorsun ki bu haller ancak çiğ kalmış bir ruhun aynası olur...
İçini, gerçek hislerini, anlayışını, inancını olduğu gibi gösterir...
“Ağaç düşmanlığı” da düşmanlıktan öte, bilgisizlikle, bilinçsizlikle yetişmiş, koca adam olmuş, önemli mevkilere gelmiş ama dünyayı, evreni anlamamış bir zihniyeti temsil ediyor.
Buna düşmanlıktan ziyade “ağaç hissizliği” demek daha yerinde olur.
Ağaca, doğaya karşı nefreti veya sevgisi, herhangi bir hissi yok.
Duvara çivi çakmak ya da bir binayı yıkmak gibi ağaç sökme eylemi.
Ondandır ki böyle pervasızca dalıyor dozerle. Ortada üzüleceği, kalbinin kavrulacağı bir durum bulunmuyor.
Ağaç işte, kuru kütük parçası...
Bunu iyi anlayabilmek için geriye doğru sarmak gerekiyor teybi.
İnsan durduk yere “ağaç hissizi” olmaz zira...
Ne öğreniyorsa, ne görüyorsa ona göre şekil alır insan.
Onu yetiştirenlere, çevrene, ailene, arkadaşlarına, büyüklerine benzer.
Sünger gibi çeker verileni, gözüyle gördüklerini; farkında bile olmaz çoğu zaman öğrendiklerinin...
Ailesi ona sokak hayvanını –mesela- “çöp karıştıran bir mahluk” olarak öğretirse, hayvan düşmanı veya “hayvan hissizi” bir insana dönüştüğünü fark bile etmez. Sokakta gördüğü kediye zevk için şöyle güzel bir tekme sallamak garip gelmez.
Bir pelüş oyuncağı canlı hayvandan farklı olmadığını düşünür çünkü, canı yoktur onun; vardır ama fasulyeden... İnsan canı gibi değil, “can”dan sayılmaz.
Hunharca sömürülen doğayı izleye izleye, hatta çoğu zaman bunun bir parçası ola ola, “doğa” dediğimiz şeyin, insana hizmet etmek için var edilmiş sonsuz kaynak anlamına geldiğini düşünmeye başlayabilir.
Doğa, somut olarak işine yaradığında, ona para getirdiğinde önem kazanır.
Ağaç söküp yerine santral yaptığında yine “doğa” sınırları içindesindir ama para gelecektir, enerji gelecektir, böylece doğa gerçek fonksiyonunu yerine getirmiş olacaktır ona göre. Yani “insana para getirme” fonksiyonu...
Ağacın hayati faydalarını bilmez, öğrenmesine de gerek yoktur...
Neticede ağaç, durduğu yerde ona kısa vadede para getirmez, o zaman keser, yerine para getirecek bir şey yapar...
Bu kadar basit vaziyet ona göre.
Hal böyleyken, adama “ağaç kesme” diyemezsiniz.
Deseniz de keser, anlamaz bu talebinizin kaynağını.
Yanlışı bulamaz, göremez. Sonunda o kendini ağaç düşmanı olarak görmez ama sen onun gözünde “Ülkenin gelişmesine ve büyümesine engel olmaya çalışan vatan haini” olursun.
Dünyası ancak bu analizi yapacak kadar çünkü, ondan ötesi yok.
Ağacın hayat olduğunu, doğanın veya hayvanların insanın hizmetkarı olmadığını, bunların tam aksini öğrenmiş insanların “sonradan” öğrenmesi zor.
İntikamcı, “Şimdi güç bende, para da bende, n’aber?” düsturuyla hareket eden, ancak “kendi gibilerinin” haklarını koruyan “büyüklerinin”, adalet ve eşitliğin gerçek manasını sonradan öğrenemeyeceği gibi...
Doğayla savaşta yenilen taraf her zaman belli.
Tabii doğanın insana hizmet etmek için olduğunu düşünen adama bunu da anlatamazsın...
Ne diyelim, madem yasa, mahkeme kararı, evrensel gerçekler veya vatandaşın feryadı, hiçbir şekilde engel olamıyor ağaç katliamına, bırakın savaşsınlar doğayla.
Nasılsa kazananı baştan belli.
Eninde sonunda bunu öğrenecekler.
Paylaş