PaylaÅŸ
Özgürlük bu!
Benzemez başka hiçbir şeye.
Ne ekmeğe, suya…
Ne de başarıya, paraya…
Hiç ama hiçbir şeye…
Yukarda saydıklarım olsun da özgürlük olmasın, ne olur, bir düşünün.
Yaşamın hiçbir anlamı olmaz ki.
Nefes almanın, hayatın…
Bu sebeple özgürlük, önce özgürlük, illa özgürlük!
Kuş gibi kanat çırpabilmek…
Ruhunun, kalbinin özgürlüğünde…
Kişinin kendi özgürlüğü…
İrade özgürlüğü…
Ruh özgürlüğü…
Kalp özgürlüğü…
Sevmek özgürlüğü…
Düşünce özgürlüğü…
Basın özgürlüğü…
Â
Bu saydıklarımın çekirdeği bireyde gizli. Çünkü tüm bunların temeli kişi özgürlüğünde başlıyor. Ki sağlam kişilikler, karakterler, akıllı bireyler dolayısıyla sağlam bir toplum…
Kişinin düşüncelerine, yapmak istedikleri konusunda birey olarak değer verilip tercihleri kendine bırakılırsa, baskı yapılmazsa, ruhu daraltılmazsa; hem kendini bilen, olayların farkında olan, hem de daha yaratıcı ve daha mutlu bireyler yetişiyor.
Ya tam tersi, özgürlüğü elinden alınmış birini düşünün.
Ki düşüncesi bile zincir vuruyor düşünmeye ve düşlere.
Haliyle de özgürlüğü elinden alınanın en başta ket vuruluyor gülüşlerine.
Sonra da kalbine, hayallerine ve de geleceğine…
Dolayısıyla da mutsuz ve de ruhsuz yüzler…
Özgürlüğümüzün zincire vurulduğu dönemler olmuştur yaşamımızda.
Kimin olmamıştır ki…
Ä°ÅŸte, aÅŸkta, hayatta.
Benim de…
İş hayatımda özgürlüğümün kısıtlandığı bir dönem olmuştu birkaç yıl önce.
Özgürlüğüme zincir vurulmasının yanı sıra ruhumun daraldığını da hissediyordum.
Hissetmek ne kelime…
Sanki boğazımı sıkıyorlar ve ben nefes alamıyordum.
Nefes alamayınca da düşünemiyor, üretemiyor, gülemiyor ve ölüyordum.
Her gün bin kez ölmektense bir kez…
Zincirlerimi koparıp kurtuldum ve…
Özgürlük, öyle bir şey ki; nefes alırken, çalışırken, koşarken, uçarken hep içinde, her bir hücrende hissetmelisin.
Ki yaşadığını hissedebilesin.
Â
İşte da, aşkta da, hayatta da…
Esir edildiğim o dönemin eşiğinden geçip, özgürlüğe açılan kapıya adım atışım da; sevinç çığlıkları eşliğinde yaşadığımı hissederek oldu.
Öyle bir şeydi ki…
Yürüdüğüm yolda, taşlarını oluşturan; kültürün, sanatın, güzelliklerin, değişimlerin, inceliklerin, kalitenin, netliğin, sevginin; başarıya, tutkuya, yaşama, aşka ve ruhuma açtığı özgürlük…
Bunların yanı sıra gerek çok sevdiğim ve çok istediğim işi yapabilmenin gerekse de ‘İşimle ilgili ne yapmak istiyorsam onu yapabileceğim’ konusunda bana duyulan güvenin özgürlüğü…
O özgürlük ki;
Bana görünmez kanatlar takarak uçsuz bucaksız diyarlara uçmamı sağlayan…
Kalbimdeki rengarenk çiçekleri tutkuyla sulayan…
Varlığımı aşkla kuşatan…
Başımı göklere uzatan…
Mutluluktan ağlatan…
Canıma can katan…
Nice kapıları açan…
Beni sevgi ile besleyen…
İncelikleri, güzellikleri ruhuma nakış inceliğinde işleyen…
Kalbime, kalemime güç veren…Â
Yaşadığımı hissettiren…
Ve daha nice neden…
Kelimeler yetersiz geldiği için susup kaldığım…
Özgürlüğümle tutkumu harmanladığım…
İçimdekileri bu yazımla fısıldadığım…
1 Eylül 2010!
Prangalarımdan kurtulup, hürriyetime kavuşmamın 2. yılı bugün!
Kendime, düşlerime, düşüncelerime, üretmeye, sevmeye, tutkuya, mutluluğa, inceliklere, güzelliklere, sanata, aşka kavuşma hürriyetimin…
İki yıl boyunca her hafta iki köşe yazısı yazıp, ayda iki röportaj yaparken; hayatın prangalarından kurtulup, yaratmaya, çalışmaya, mutluluklara, aşka, yaşama, en derin maviliklere, uçsuz bucaksız sonsuz özgürlüklere kanat çırptığım…
Hürriyetime, Hürriyet’le…
Sahi siz ne kadar özgürsünüz?
Ne kadar hür kalbiniz, ruhunuz?
          Â                                                     MELÄ°KE BÄ°RGÖLGE
PaylaÅŸ