PaylaÅŸ
Bu soruya kiminiz ‘Evet’ diyecektir, kiminiz ‘Hayır’
İnsan kendisiyle konuşarak kendine karşı ne kadar içten olabilir?
Ne kadar samimi, ne kadar dobra…
Hele de söz konusu aşksa?
AÅŸk varsa ortada, akan sular durur.
Hatta zaman bile…
Bazılarının aklını durduran bir şey daha vardır.
Emin olma durumu.
Ama o aşktan emin olma hali yok mu, ah yok muuuuuuu…
Yani çok sevdiğimiz o kişi, bizim ondan vazgeçmeyeceğimize o kadar emindir ki…
‘Beni çok seviyor, asla bırakmaz’ rahatlığıyla…
Sallamaz, gerekli ilgiyi, alakayı, özeni göstermez.
Sürprizleri keser.
Karşısındakini anlamaya çalışmaz.
Nasıl olsa çantadadır ya, keklik misali.
Kim bu mantıktadır?
Tabii ki erkekler!
Ha, bir kadın giderse de sallamazlar.
Onlara göre biri giderse yenisi gelir nasıl olsa.
Bu düşünceyle yedekledikleri de vardır ya!
Nasıl olsa yedekler onları bekler.
ÇOK KADIN HİÇ KADINDIR!
Oysa bilmezler ki çok kadın hiç kadındır!
Evet, aynen…
Çok kadın hiç kadındır!
Ama asıl sevdikleri aşık oldukları kadın…
Ya bir gün giderse!
Ve artık bir daha hiç gelmezse?
Yok canım gelir, gelir.
İşte bu düşüncedeki, kalabalıklar arasındaki yalnız, yapayalnız bir adamla karşılaşıyoruz.
Sevgisinden, kendisine aşık olduğundan emin olduğu kadın gelecektir az sonra.
Peki ya o kadın gelmezse n’apar bir erkek?
Hele de o gün Sevgililer Günü’yse!
Delirir mi, dağıtır mı, sapıtır mı?
Ya da arar mı hemen başkasını?
Malum, en azından o gün yalnız kalmamalıdır ya!
***
Aslında kalabalıklar arasında kendilerini yalnız bırakanlar yine kendileri.
Çünkü kendini seven, anlayan, mutlu ve zor zamanlarında yanında olan bir kadına bağlanmak ve hayatı, mutlulukları - ‘an’ı onunla yaşamak yerine kaçıyorlar.
Neden?
Çünkü çok sevilmekten ve gerçek sevgiden korkuyorlar.
Sorumluluktan…
Bağlanmaktan…
Paylaşmaktan…
Anlamaktan…
Anlaşılmaktan…
Sevgiden…
Aşktan…
Evet, bunlardan...
HİÇBİR AŞK, SUSKUNLUĞUN ÜSTESİNDEN GELEMEZ!
Bu sevgiyi kaldıramayacakları, altında ezilecekleri düşüncesiyle…
Korkuyorlar.
Kaçıyorlar.
Susuyorlar.
Halbuki hiçbir aşk suskunluğun üstesinden gelemez!
Bu kaçışı da başka kadınlara koşarak yaparlar, kendilerini çoğalttıklarını sanarak.
Oysa çok ama çok yanılırlar.
İşte bu noktada Fransız filozof Althusser’in kendi ağzından, kıran kırana kendi kendine yüzleştiği ‘Gelecek Uzun Sürer’ romanı aklıma geliyor.
O da tek eşli olamayanlardan…
Tuhaf bir bağlılık duyduğu ve tek güvendiği Helen’i çeşitli kadınlarla aldatıyor.
Bu şekilde geleceği serbestçe karşılama cesaretini gösterdiklerini sanıyorlar.
Geleceği serbestçe karşılamak… Yani yedeklerin güvencesi olmadan…
Bunu da şu anısıyla anlatıyor Althusser; toplama kampında onlara her gün düzenli olarak verilen yiyeceklerden bir kısmını ‘Bir gün aç kalırım’ düşüncesiyle toprağın altına gömüyor. Bir süre sonra toprağın altındakilerin koktuğunu görüyor.
ŞİMDİNİN AÇIĞINI GEÇMİŞLE KAPATMAK!
Erkekler de kadınlar konusunda böyle işte.
Yani bir gün yalnız kalırlar düşüncesiyle kadınları yedekliyorlar. Sonra asıl onu anlayan kadına gerçekten ihtiyaç duyduklarında bakıyorlar ki kimse yok, olduklarını sandıkları yerde.
Sözüm ona şimdinin açığını geçmişle kapatacaklar ya!
Gerçek sevginin değerini bilmedikleri gibi sevgiye sahip de çıkmıyorlar da.
Ya tutkuyla kavrulurlar.
Ya iliÅŸkiden iliÅŸkiye savrulurlar.
Ya sevgiye sahip çıkmazlar.
Ya onların denizinde kaybolmak, boğulmak istemezler.
Ya çözemezler.
Ya sahip olamadıklarından hırs yaparlar.
Çok sevildiklerinde kaçarlar.
İlgi kesildiğinde bu seferde…
E ne bu?
ERKEKLERÄ°N YALNIZLIKLARININ TOPRAKLARINDAKÄ° SAHTE KAHKAHALAR!
Ondan sonra da hayatta kendilerini kimsenin anlamadıklarından şikayet ederler.
Bu arada neden aşkın en çok peşinden koşanlar, kendilerinden en çok şikayet edenler arasından çıkıyor?
Neden erkekler çok sevdikleri bir kişiyi severek ona bağlanıp, yaşamak yerine çok eşliliği seçiyorlar?
Çünkü kolaylarına ve işlerine geliyor bu.
Ve neden biliyor musunuz?
Çünkü onlar sevdikleri kişiyle aşkı yaşamak yerine, görmezden geldikleri sevgiyi bir şekilde kendi ruhsal ısdıraplarına bulayarak kalplerinin gizli mezarlıklarına gömüyorlar. Ve sonrasında da yalnızlıklarının topraklarında sahte kahkahalarının seslerini duyuyorlar.
***
Çok kadın olması mıdır, sizi içinizdeki yalnızlıktan ve sorgulamalardan kurtaran?
Peki aynı anda kaç kişiyi sevebilirsiniz?
Kendinizi ne kadar sorguluyorsunuz gerçekten?
Yoksa aşklarınız ve yaşadıklarınız hep sahte mi?
Bir insan sizi ne kadar sorgulatabilir?
Kendinize ne kadar içten olduğunuza bağlı bu.
Hoş, gerçi günümüzde içtenlik, duygusal zayıflık olarak algılanıyor.
Öyle değil halbuki.
Yoksa o duygusal zayıflık, aramaktan vazgeçtiğimiz kendimiz ve hikayemiz olmasın sakın!
Sahi ruhsal çöküşlerden en çok korkanlar, neden o ruhsal çöküntüler arasında çırpınanlardan çıkıyor dersiniz?
Sözüm ona, sevdikleri, değer verdiklerine gerekenleri yapmazlar.
Ardından bu arayışla girdiği sokaklarda aradıklarını bulamadıklarından kendi içlerinde kaybolurlar.
Sonra da saflıktan bahsederler.
Aslında saflığı konuşanlar, içlerindeki kirli suların nasıl aktığını bilirler.
Ve bunu bile bile beklerler birini.
Ama bir gün öyle biri çıkar ki, onları pohpohlayanlar yerine ‘Sen artık yoksun, kayboldun’ der.
Ya siz?
En son ne zaman kayboldunuz kendi içinizde?
Mesela kaybolduğunuzu anlayamayacak kadar…
Ve bunu size fark ettiren, yüzünüze - ruhunuza tokat gibi çarpan başka biri miydi?
Siz bunları düşüne durun…
Diyeceğim o ki; bir insan kendini kurtaramıyorsa, kimse onu kurtaramaz!
***
KENDÄ° KENDÄ°NÄ° TAÅžLAMAKTIR AÅžK!Â
Bu yazıyı sana yazdıran ne diyecek olursanız; geçtiğimiz günlerde izlediğim, Cezmi Ersöz’ün kaleminden çıkan, Kürşat Alnıaçık’ın, kadınlar ve hayatla ilgili kendisi ve egosuyla kıran kırana yüzleşen bir erkeğin yaşadıklarını, muhteşem oyunculuk performansıyla izlediğim, iki yıldır sahnelenen ‘Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk’ oyunu.
Yaşadığı onca ilişkide kaybolup, biri bunu sana fark ettirdiğinde ‘Ben kimim’ sorusunu kendine sorma noktasına getiren.
Mutlaka izlemeniz gereken... (Ki kolay kolay demem bunu.)
Özellikle de erkeklerin, her erkeğin izlemesi…
Sahi, ne dersiniz?
Kendi kendine konuşmak mıdır aşk?
Çok sevenler için kendi kendine konuşmanın yanı sıra;
Kendi kendini taÅŸlamaktır aÅŸk!Â
Ve de ‘Canımın içi’ değil de ‘Kalbimin içi’ dediğiniz o kişiyi, kendi kendine sevmek!
KENDİ KENDİNE KONUŞMAKTIR AŞK!’ OYUNU
7 Şubat 2012 Salı – 20:00 – Küçük Sahne
8 Şubat 2012 Çarşamba – 20:00 – Küçük Sahne
9 Şubat 2012 Perşembe – 20:00 – Küçük Sahne
10 Şubat 2012 Cuma – 20:00 – Küçük Sahne
11 Şubat 2012 Cumartesi – 15:00 – Küçük Sahne
11 Şubat 2012 Cumartesi – 20:00 – Küçük Sahne
12 Şubat 2012 Pazar – 15:00 – Küçük Sahne
PaylaÅŸ