Paylaş
Bildiği gibi gelmekle kalmıyor, akıyor tüm şiddetiyle; önüne çıkan ne varsa hepsini önüne katarak.
Önüne gelenlerin bazılarını yalpalayarak, bazılarını da sağa sola çarparak…
Artık şiddeti hayatın insafına kalmış.
Daha şehitlerimizin acısıyla avaz avaz gözyaşı çığlıkları ataduralım, Pazar günü öğlen saatlerinde aldığımız haber sadece Van’ı değil, yine tüm Türkiye’yi sarsıyor.
7.2 şiddetinde…
Değil…
74 milyon insanın içini lime lime eden yürek sarsıntısı şiddetinde…
Hayatın arka arkaya gelen artçıları…
Enkaz altından kurtarılmaya çalışanlar, yaşama veda eden yüzlerce ölü, binlerce yaralı…
Gidenlerin ardından kalanlar…
Ama yarım kalanlar…
Kurtarılan her bir kişi daha bizleri biraz daha umutlandırıyor, gözyaşlarımız eşliğinde.
Gözyaşlarımız çaresizliğin sessiz çığlıklarına karışırken…
İliklerimize işleyen çaresizliği görünce…
O kadar anlamsız geliyor ki her şey.
Ne ödenemeyen faturalar…
Ne işsiz olmak…
Ne sizi anlamayan insanlar…
Ne de her gün bir koşturmacayla yetişmeye çalışırken labirentinde kaybolduğumuz hayat…
O kadar anlamsız, o kadar boş geliyor ki her şey.
Hatta nefes almak bile…
Ama havayı solumayı devam ediyoruz, yaşamaya çalışarak ya da yaşadığımızı sanarak.
Bu kadar pusu kurduğunu görünce hayatın…
Anlıyorsunuz ki sonu yok acıların.
Her gün çoğalacak.
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak.
Alışıyor insan zamanla kırılıp incinmeye.
Ama çare bulamıyor çaresizliğe ve ölüme.
Her acıda bir kez daha sarsıyor sizi.
Şiddetine göre oluyor zararı.
Ve yaşanan bu acılardan sonra bir an geliyor ve diyorsunuz ki;
‘Hadi gelin üstüme, korkmuyorum!’
Çünkü ard arda yaşanan acılar, bir noktadan sonra insanın duygularını da alıp, hissizleştirebiliyor.
Ki gayet normal.
Bunca sarsıntıdan sonra ne duygu kalır insanda ne de şuur…
Zarar, akılları alacak kadar çaresiz bırakmışken…
Depremin şiddeti arttıkça yıkıcılığı ve zararı da artıyor doğal olarak.
Yıkıp geçiyor.
Vurup gidiyor; arkasında yitik hayatlar, kırılmış ruhlar bırakarak.
Tıpkı hayatımızda bizi vurup geçen depremler gibi.
Vuran, yıkan, sarsan, tepe takla eden…
Dedim ya hiç olmazsa dokunulmazdı çocukken ağlamak.
Ama şimdi…
Ard arda yaşanan felaketleri ve çaresizliği gördükçe…
Nefes almak bile istemiyor insan, çoğu zaman.
Böyle düşünsek bile yaşamak mecburi görev, döndükçe dünya ve varoldukça serde hayat.
Düşsek de, kırılsak da, incinsek de, ağlasak da, hüzün çağlasak da…
Elimizden gelenin fazlasıyla umutları harç yaparak kanayan yaraları sarmaya çalışsak da…
Olan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak değil mi?
***
Geçen hafta AKUT’un kurucusu Nasuh Mahruki’yle sohbet ederken konu depreme geldi ve şöyle dedi Nasuh ’17 Ağustos 1999 Marmara Depremi bir travma! Bu travmayla insanların kendine gelmesi gerekiyor ama buna izin vermiyorlar.’
Doğru değil mi?
Evet, 12 yılda hiçbir şey değişmedi ama bu doğrultuda gidersek, bu acı travmadan çıkmazsak daha çok depremler vuracak bizi çoooookkk.
Sadece Van’ı, Hakkari’yi, İstanbul’u değil yakında tüm ülkemizi ve insanlığı da…
Düşüncelerimizdeki enkazları kaldırarak uyanalım artık lütfen!
Yaşayan ölüler olmaktansa…
Paylaş