PaylaÅŸ
         Â
Cezbetmekle de kalmaz, insanı değiştirir.
Hem de nasıl…
Öyle böyle değil…
Baştan aşağı…
Hırslandıracak kadar…
Gözleri kör edecek kadar…
Önce etrafındakileri sonra kendini kaybedecek kadar…
Sahi insanı neden bu kadar kör eder?
Ne mi?
Hırs – iktidar…
Ve üstelik hayatın en önemli durumu olarak inandırılan bu iki kavram, daha doğduğumuz günden itibaren insanoğluna öğretilirken…
Özellikle erkeklere…
E malum, erkeklik ve iktidar kol kola yürümüştür ya hep.
Ki bu yürüyüşte erkeklik şahlanır çoğu zaman.
O şahlanışlarında, (varsa bir parça olan) erdemleri de yok olur.
Ama onlar anlamaz bundan, ne de olsa iktidarlarını ortaya koymuşlardır ya…
Gerisinin önemi yoktur.
Karşısındaki kırılmış mı, üzülmüş mü, ölmüş mü…
Heyt beeeeeeeee!
Güç onlardadır artık.
Her ÅŸey yolunda gider.
Gider gibi görünür aslında.
Ama er ya da geç öyle bir zaman gelir ki, sadece bir an…
İşte o an; içindeki gerçekler, korkuları su yüzüne çıkar.
Onlara dışarıda öğretilen güç ve içlerindeki psikolojik olguların arasında sıkışıp kalarak kendileriyle yüzleştiklerinde…
Etraflarında kimseyi ama kimseyi göremediklerinde…
Ne iktidarları kalır ne hırsları…
Çok geçtir ne yazık ki.
Çünkü kendileri de ölmüştür artık!
***
Hoş, iktidarlarını ispat ettiklerini sanırken aslında toplumun bireyleri olarak da nasibini alırlar iktidardan.
Alırlar da farkında olmazlar o ayrı.
İş işten geçtiğinde dönüşü de olmaz gayrı.
Günümüzde iş işten geçtiği için dönüşü olmayan yaşadıklarımız gibi…
Birey ve toplumca yaşadıklarımız, şahit olduklarımız gibi…
Ne üzücü!
Barış yerine savaşı, dayanışma yerine kavgayı, sevgi yerine nefreti, paylaşma yerine bencilliği…
Bunların paralelinde insanlıktan uzaklaşıp, hırsı - gücü dünyamızın merkezine koymak…
Bu nedenle kendimizden bile uzaklaşmak…
Bu sebeple bireysel ve toplumsal gerçekleri görememek!
***
İşte bu sebeple izleyenlere daha ilk sahnede tokadını atıyor Macbeth!
Hrant Dink ve daha birçok aydın sanatçının nasıl yok edildiğini gözler önüne sererek…
Ve devamında da…
İktidarın, erkeklerin, mülkün, yok olan değerlerin, ihanetin, kendine bile yabancılaşmış insanların içindeki yıkılmış şehirlerin, bireysel ve toplumsal vahşetin trajedisi…
Shakespeare’in trajedyalarında bariz bir şekilde görülen değerler karmaşası bu kez, iktidar olma süreciyle başlayıp Macbeth’in kendi vicdanıyla hesaplaşması, Lady Macbeth’in şeytani kararlılığından bunalıma sürüklenen yolculuğundaki hiçleşmesi olarak karşımıza çıkıyor.
Yıllar önce Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisiyle okuduğum Macbeth’i; bu kez Haluk Bilginer’in akıcı ve akılcı çevirisiyle, Kemal Aydoğan’ın insani ve toplumsal çöküşü anlattığı ince ve düşündürücü yönetmenliğinde, Tolga Çebi’nin insanı vuran müzikleri eşliğinde sahnede izlemek…
İlker Aksum, Esra Kızıldoğan, Ender Yiğit, Murat Tüzün, Saygın Soysal, Barış Yıldız, Muharrem Özcan, Gözde Kırgız, Pınar Bekaroğlu, Osman Akça, Sertan Müsellim ve çocuk oyuncu Berke Yağış’tan oluşan ekip, oyunculuklarıyla tempoyu hiç düşürmeden…
İlker (Aksum) elinde tuttuğu kanlı hançerle konuştuğu, Esra (Kızıldoğan) uykularını bölen ellerindeki kan kokusuyla vicdanının çarpışarak hesaplaştığı sahnede öyle bir yıldızlaştılar ki, bizi de içimize döndürüp baktırdılar.
Cadılar, kafatasları, buruşturulmuş gazeteler, sahnenin ortasındaki geniş daire… Hepsinin bir anlamı var. Tıpkı yaşadığımız sistemin içindeki anlamlar gibi!
Ama bu ikisi arasında bir fark var. Oyun gerçekleri görmemizi sağlarken, yaşadığımız toplumsal gerçekler sistemin ‘anlamsız anlamlar’ını bilinçaltımıza itiyor!
Aklımın alkışları eşliğinde…
İktidarı kendine hedef olarak seçmiş birinin yapabileceklerini; psikolojik, sosyolojik bir bütünlükle ele alan oyun bittiğinde, aklımın alkışları eşliğinde ‘Mac Pes’ diyorum salondan çıkarken…
Neden mi Mac Pes?
Gözünü iktidar hırsı bürüyen Macbeth' in çatışmalı ruh halini, çok başarılı performansıyla canlandıran İlker Aksum’a…
Yaşamda gerek bireysel gerek toplumsal bahçemizdeki talan edilen çiçekleri gerçeklerle sulayarak aklımızda yeniden filizlenen düşünceleri beynimize daha da kök saldıran ve bunu da sanatsal, akıcı ve akılcı çevirisiyle yapan Haluk Bilginer’e…
Bundan 400 yıl önce 1606 yılında yazmış olduğu halde, eserinde yüzyıllar sonra bugün günümüzde de tüm güncelliğiyle hâlâ aynı şeylerin yaşandığını gösteren, içinde yaşadığımız sistemi sorgulatmayı, düşündürmeyi başaran Shakespeare’a…
Mac Pes!
Kesinlikle izlenmeli Macbeth!
Hâlâ kan mı kokuyor yoksa iktidar mı?
Yoksa yoksa içimizdeki iç hesaplaşmalar mı?
                                                              ÂMELÄ°KE BÄ°RGÖLGE
PaylaÅŸ