Paylaş
Hayat…
Öyle bir şey ki…
İnsan, yaşamında nelerle karşılaşacağı, neler yaşayacağı, hayatın onu nereye taşıyacağı tam bir muamma!
Umulmadık bir zamanda değişen olaylar ve öyle hayatlar var ki…
Duyulduğunda ‘İşte bu!’ dedirten…
İnsanı silkeleyen, kendine getiren…
Motive eden…
İnsanların hayatında dönüm noktaları olur.
Buna inanırım.
İşte bunlardan biri…
Yakından tanık olduğum, duyan herkesi oldukça şaşırtan, bir insanın hayatındaki dönüm noktasından bahsetmek istiyorum size.
Birçok kişiye umut versin diye...
1968 yılında girdiği üniversiteyi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü üçüncü sınıftan, başarılı olduğu halde, 1972’de ailevi nedenlerden dolayı bırakmış.
Lise mezunu olarak bir bankanın açtığı memurluk sınavına girmiş.
Kazanmış da...
Ama annesi ve babası istememiş, oğullarının başka bir şehirde bankacı olmasını. Bu kişi, bunun üzerine yaşlı anne babasını yalnız bırakmamak için, bu işten vazgeçmiş.
Bir Tarım Satış Kooperatifi’nde memur olarak işe girmiş.
Politik nedenlerle sık sık yapılan sürgün gibi atamalara ve uğradığı haksızlıklara dayanamayarak, altı yıllık bir çalışmanın ardından o işten ayrılmış.
Daha sonra bir kahvehaneyi kiralayarak ekmek parasını kazanmaya çalışmış. Ancak bu işin de kendisine göre olmadığını anlayarak onu da bırakmış.
İki yıla yakın bir işsizlik döneminden sonra büyük bir kimya fabrikasına işçi olarak girerek çalışmaya başlamış.
Zorlukla bulduğu bu işi kaybetmemek için, herkesin uyumaya hazırlandığı saatlerde, gece yarısına doğru fabrikaya giderek, yağmurda, soğukta, açık havada, cumartesi, pazar, bayram demeden çalışmış vardiyalı olarak.
Burada dokuz yıl kadar çalıştıktan sonra zor şartlarda yıprandığı ve yine haksızlıklara uğradığı için, sağlığını da düşünerek, o yıllarda ilkokul öğretmenliğinden emekli olan eşiyle verdikleri karar sonucunda bu işten ayrılmış.
Kısa bir süre sonra bir arkadaşıyla balık alım - satımı yapmak için yaşadığı ilçenin bağlı olduğu ile taşınarak orada çalışmaya başlamış.
Her gün sabah erkenden kalkıyor ve otomobille 200 km. yol yaparak balıkçılardan satın aldığı balıkları ildeki dükkana getiriyor ve orada satıyorlarmış.
İşlerin kötü gitmeye başladığı ikinci yılın sonuna doğru bir gün, üniversiteden bir sınıf arkadaşı dükkana balık almaya gelmiş. (Bu arada bahsettiğim kişinin bu arkadaşı okula devam etmiş ve profesör olmuş.)
Hoş beş ve anıları tazeledikten sonra arkadaşı “Bu iş sana göre değil, gel şu üniversite sınavlarına gir. Kazanırsın sen, gel oku” demiş.
O akşam, durumu ailesine anlatmış bir solukta. Tüm bunları ilgiyle dinleyen eşi, annesi ve kızı hem çok şaşırmış hem de çok sevinmişler. Sınava girmesini, denemekle hiç bir şey kaybetmeyeceğini belirtmişler.
Ardından da sınav için duyuru yapılmasını beklemeye koyulmuşlar.
Üç dört gün sonra televizyon kanallarını gezerken, duydukları bir haber üzerine donup kalmışlar. Çünkü ertesi gün başvuru için son günmüş. Elinde ne form varmış ne bir şey.
O son gün, eşi, yaşadıkları yere bir saat uzaklıkta olan, bu kişinin mezun olduğu liseye gidip, diploma örneğini alıp oradan da form almaya koşmuş. Formu doldurup, eşinin çalıştığı yere gitmiş. Gerekli yerleri imzalatıp, başvuru süresinin bitmesine beş dakika kala, son anda gerekli yere teslim etmiş.
O zamanlar iki aşamalı olan üniversite sınavlarından ilki olan ÖSS’yi, ilk elli kişiden biri olarak kazanmış önce.
Ve ardından başarılması zor olan ikinci sınav ÖYS!
Evet, bu kişi, Fransızca Öğretmenliği bölümünü kazanarak, 45 yaşında üniversite öğrencisi olmuş!
Herkes çok şaşırmış tabii, bu yaşta öğrenci olmasına. Tanıdıkları, arkadaşları, o yıl lisede okuyan kızının arkadaşları… Özellikle de öğrenci kimliğini gören üniversitedeki yemekhane çalışanları ve paso gösterdiği otobüsteki muavinler!
Kızı babasına sormuş, bu başarının sırrını.
Bunu öğrenmesi lazım.
İki yıl sonra kendisi de üniversite sınavına girecek ya!
Babasından aldığı cevap ‘Başarının sırrı çok okumakta!’ olmuş.
Eşinin tek emekli maaşıyla geçinmişler dört yıl, dile kolay. Boş olduğu günlerde, eskiden balık topladığı köylere bu kez giysi satmaya gidiyormuş haftada birkaç kez.
Eşi, tanıdıklarına “İki çocuk okutuyorum artık. Kız tembel de oğlan çalışkan” diye tatlı tatlı takılıyormuş.
Vizeler, finaller...
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bir şey var ki, bu kişinin derslerine yukarıda bahsettiğim arkadaşı da giriyormuş. Arkadaşı, hocası olmuş yani.
Derken üniversiteyi bölüm birincisi olarak bitirmiş.
Diploma töreninde tek beyaz saçlı öğrenci oymuş.
Hatta diploma töreninde kızının yanında oturan başka bir öğrenci velisi “Hadi kalk kızım, tören başladı” demiş!
Bilmiyor ki o kızın babası diploma töreninde yerini almış bile.
Başarılarını göz önünde tutarak, gerekli sınavlara girmiş ve kazanarak mezun olduğu Çukurova Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi olmuş. (Yaş 50)
Aradan 16 yıl geçti.
İşçilikten üniversite hocalığına!
Anlattığım kişi sayesinde, bu gurur verici olaydan çıkardığım sonuç şu oldu:
Hiçbir şey için geç değil!
Not: Bu öykü gerçektir ve anlattığım kişi de babam!
Paylaş