Paylaş
Özellikle yurtdışında, bu tür ‘lezzetli turizm’e yatırım yapan firmaların sayısı oldukça çoğaldı. Kentler, mutfaklarını tanıtabilmek için festivallere umut bağladı.
Gezginler bence, tarihin peşinde koşmaktan, müze müze dolaşmaktan, alışveriş merkezlerinde avuç dolusu para harcamaktan sıkıldı. Yeni kuşak gezginler, akıllarını fikirlerini lezzete taktı. En lezzetli yemekler nerededir, mutfakların sırrı nedir, kim nerede ne yiyor, hangi şef nerede çalışıyor?.. Onlar için yola çıkmanın bahanesi çok. Yeter ki yolun sonunda yenecek lezzetli ve değişik bir yiyecek olsun. Şenlik havasında geçen festival dönemlerinde, kentler tam bir açık hava lokantasına dönüşmeye başladı. Sokaklarda kurulan masalarda yemekler tanıtıldı, ünlü aşçılar tüm marifetlerini sergiledi, yarışmalar düzenlendi, üreticiler malzemelerini gözler önüne serdi, yenildi, içildi ve konuklar unutulmaz anı ve lezzetlerle geldikleri yerlere döndü.
Onların anlattıklarını dinleyen diğer lezzet tutkunları da akın akın o kentlere gitmeye başladı. Oteller doldu, lokantalarda masa kalmadı, alışveriş canlandı, herkesin yüzü güldü. Lezzet gezginleri, iki yemek arasında müzelere, galerilere, saraylara, tarihi eserlere gitmeyi de ihmal etmedi. Hatta bazı kentler, bu pastadan daha fazla pay alabilmek için aşçılarına her türlü kolaylığı sağladı. Bu arada başka kentlerdeki ünlü şefleri kentlerine transfer edenler de oldu.
İspanya’nın kuzeyindeki küçük Sen Sebastian, bu işi en iyi beceren kentlerden biri. Küçük bir plajından başka özelliği olmayan bu kent, şefleri ve lokantaları sayesinde Avrupa’nın lezzet başkenti oldu. Yemeye içmeye düşkün olanlar, bu kentteki üç Michelin yıldızlı Arzak lokantasında yemek yiyebilmek için aylar öncesinden yer ayırtır oldu.
Katalan mutfağı ön planda
Şef Juan Mari Arzak, kıymetli eserlerin sergilendiği bir müzeden, bir saraydan, bir tarihi eserden daha fazla ilgi görür. Sen Sebastian’da, lokantalar kadar, arkadaşların toplanıp yemek yaptıkları ‘Erkek Kulüpleri’ de çok ünlendi. O kulüplerdeki yemek seanslarına katılabilmek için, turistler hem onca parayı harcamayı hem de aylarca beklemeyi göze aldı. Sen Sebastian’daki lokantalar artık kente gelen turistleri ağırlamakta zorlanıyor. Tabii bu turizm hareketi diğer tüm sektörleri de olumlu etkiliyor.
Bir zamanlar Gaudi’si, La Familia Sagrada Kilisesi’yle milyonları kendisine çeken Barcelo’na da gözünü lezzet avcılarına dikti. Asırlık lokantalar ön plana çıkarıldı, reklamlarda Katalan mutfağının lezzeti vurgulanmaya başladı, jambon, sosis, mantar, balık, paella en önemli tanıtım malzemelerinin arasında yer aldı.
Sadece büyük kentler değil, küçük kasabalar da ‘Lezzet Turizmi’ne göz dikti. Örneğin yine Katalan bölgesindeki Costa Brava Körfezi’ndeki küçük Roses köyü, dünyanın en büyük şeflerinden Ferran Adria’nın, ‘elBulli’ adlı restoranıyla bütün dünyaya ün saldı. Burada yemek yiyebilmek için altı ay öncesinden yer ayırtan turistler, Roses sokaklarını doldurdu. Bir lokanta, tüm köyün ekonomisini kalkındırdı.
Michelin yıldızlı restoranlara hücum
Belçika’nın sahil kasabası Knokke-Heist de lezzetiyle turistleri kendisine çekmeye başladı. Buradaki üç tane Michelin yıldızlı lokanta, yemek düşkünlerinin adeta saldırısına uğradı.
Norveç’te, Avrupa’nın ‘Petrol Başkenti’ sayılan Stavanger kenti, petrol zenginliği ile yetinmeyip, yemeği de ön plana çıkarmaya başladı. Bugün Avrupa’nın en büyük yemek festivali bu kentte düzenleniyor. Bu festivali izleyebilmek için binlerce turist akın akın buraya geliyor.
Okyanusun öteki yakasına geçersek... New York’a gelen milyonlar, bu kentin lokantalarında yer bulabilmek için günler öncesinden rezervasyon yaptırıyor. Tüm dünya, bu kentteki ünlü lokantalarda yemek yiyebilmek uğruna yüklü faturaları ödemeyi göze alıyor.
Londra, Paris, Madrid, Lyon, Berlin, Amsterdam, Kopenhag, Napoli, Toskana, Tokyo, Portland, Vancouver... Bu kentlerdeki restoranlarda sunulan yemekler insanların damaklarında unutulmaz tatlar bırakıyor. İtalya’nın Piemond bölgesi ile Fransa’nın Perigord bölgesi, tanıtımlarında lezzet temasını kullanıyor. Biri beyaz, diğeri ise siyah trüfle tüm dünyanın ilgisini üstüne çekmeyi beceriyor. Bölgedeki küçüklü büyüklü kent ve kasabaların kimi kazciğeri, kimi özel tavukları, kimi kurufasulyesi, kimi salamı, sosisi, kimi peynirleri ile ziyaretçileri mutlu kılmaya çalışıyor.
Türkiye’nin lezzet öncüsü Gaziantep ve Hatay
Örnekler çoğaltılabilir. Tüm dünya böylesine bir gayret içindeyken, ‘dünyanın en lezzetli mutfağına’ sahip olan biz ne yapıyoruz? Bu konudaki en başarılı kentin Gaziantep olduğunu söyleyebilirim. Bu kente giden uçaklarda, özellikle hafta sonlarında yer bulmak oldukça zor. Çoğunun amacı, bu kentin yemeklerinin tadına bakabilmek. Yemek için gidenler, Bakırcılar Çarşısı esnafının, Almacı Pazarı’ndaki baharatçıların, baklavacıların, fıstıkçıların, hediyelik eşya satanların, otel işletmecilerinin, taksi şoförlerinin, müzelerin ve aklıma gelmeyen diğer esnafın da yüzünü güldürüyor. Lezzet Turizmi’nden ‘ekmek yiyebilen’ bir diğer ilimiz de Hatay. Başta Hatay Valiliği ve diğer yerel idareciler olmak üzere, gönüllü Hataylılar sayesinde, kentin mutfağı artık bilinir hale geldi. Birçok turizm şirketi buraya ‘Gurme seferler’ düzenlemeye başladı.
Bursa’ya İskender Kebabı, Çayeli’ne kurufasulye, Adana’ya kebap, Mersin’e Tantuni, Eskişehir’e Çiğ Börek, İnegöl’e, Akhisar’a köfte yemeğe gidenlerin sayısı her geçen gün daha da artmakta. Her şeye rağmen, ‘Lezzetli mutfağımız’ ne yurtdışında ne de yurtiçinde gerektiği kadar tanıtılmakta. Güneşimizin, kumumuzun, tarihi eserlerimizin, doğamızın yanı sıra çok lezzetli yemeklerimizin de olduğunu gümbür gümbür duyurmanın vakti
geldi de geçiyor bile...
Lezzet turizmi için ipuçları
Eğer Türk mutfağını dünyaya tanıtmak, lezzet avcılarının ki bunlar iyi para harcarlar ülkemize akın etmesini istiyorsak, iç turizmdeki trafiğin artmasını arzuluyorsak şunları yapmamızın doğru olacağına inanıyorum. Daha doğrusu düşlerimi ve arzularımı sizinle paylaşıyorum:
Türk mutfağını bölge bölge anlatan, yabancı dillerde hazırlanmış, yurtdışı kitapçılarda satılacak olan bir rehber kitap. Bunu bu işi bilen birilerine hazırlatmak, içine saçma sapan tarifler koymamak.
Dünyanın ünlü aşçılarını Türkiye’ye davet edip, yanlarında bu işi anlayan kişilerle bölgelerde ağırlamak. Onların kendi lokantaları için hazırlayacakları mönülere bir Türk esintili yemeğin de konmasını sağlamak.
Yabancı (ama gerçek) yemek yazarlarını arada bir Türkiye’ye davet edip, onları Türk mutfağı ile tanıştırmak.
Kültür müdürlükleri aracılığıyla tüm bölgelerimizdeki yiyecek, içecek envanterini hazırlamak.
Her ilin, kendi lezzetlerini tanıtan (büyük hacimlı olmayan) kitaplar, broşürler hazırlamasına önayak olmak.
Derli toplu (yemek yağmasına dönmeyen) festivaller düzenlemek.
Her ilde, o ilin yemeklerinin sunulduğu (para karşılığı) lokantalar açmak.
Okullara (ilkokul dahil) Türk mutfağı dersleri koymak.
Paylaş