Şişedeki Güney Afrika

Bu hafta Güney Afrika’dan söz edeceğim, ama bu, alışılmış bir gezi yazısı olmayacak. Size bu ülkenin kentlerini, doğasını, safarilerini değil de şarabını anlatmaya çalışacağım. Gidişli gelişli, anıların girip çıktığı bir yazı olacak.

Bu yazıyı yazmama, Şarap Dostları Derneği’nin bu ayki toplantısında tattığım Güney Afrika şarapları neden oldu. Şarap Dostları Derneği de neyin nesidir diye soracak olursanız; bundan yaklaşık 15 yıl önce, rahmetli Tuğrul Şavkay’ın önderliğinde 15 şarap düşkünü arkadaş bir araya gelip, şarabı bilinçli içebilmek için bir dernek kurmuştuk. Ayda bir yaptığımız toplantılarda adım adım, şarabın rengini, kokusunu, üzüm cinslerini, bekleme sürelerini, fıçıyı, mantarı öğreniyorduk. Bu toplantılarda, işi iyi bilen önolog Doç. Dr. Ertan Anlı, Tekel’in şarap uzmanı Tezcan Gürkan, her konuda bilgi sahibi olan yiyecek-içecek uzmanı Osman Serim bir öğretmen gibi bizi eğitiyorlardı.

Temel konuları öğrendikten sonra sıra tadıma gelmişti. Topladığımız aidatlarla, her ay değişik bir ülkenin değişik üzümlerden yapılmış şaraplarından alıyor, tadıyor, üzümlerini konuşuyor, bağcılığı hakkında bilgiler ediniyorduk.

İlk başta bir arkadaş grubu olan derneğimiz, katılımlarla büyüdü, büyüdükçe tadım işleri daha ciddiye alındı, dünyanın çeşitli ülkelerinden şarap uzmanları geldi. Özetlersem, küçük arkadaş grubu, çoğaldı, büyüdü yüzlerce şarap severin, şarabı öğrendiği, Türkiye’nin tek ve en ciddi bir şarap derneğine dönüştü.

Şarap Dostları, her ayın ilk haftası toplanıp yıl başında saptanan tadımları gerçekleştiriyor. Bu ay sırada Güney Afrika Şarapları

-benim favorim- vardı. Toplantıya Güney Afrika’dan gelen bir şarap uzmanı ile ülkenin Türkiye Büyükelçisi Sobizana Mngqikana da katıldı. Size bu tadım notlarını aktarmadan önce, Güney Afrika’da bu şaraplarla nasıl tanıştığımı anlatacağım.

Güney Afrika’ya birkaç kez gittim. İlk gidişim 90’lı yılların başına denk gelmişti. Her gezimde olduğu gibi bu gezimde de bir bahane vardı: Padişahın emriyle bu ülkedeki Müslümanlara dinin kurallarını öğretmeye giden Ebu Bekir Efendi’nin izlerini arayacaktım. Onun yardımcılığını yapan Ömer Lütfi Efendi, bu uzun yolculuğu ve Cape Town’da başlayan maceranın bir kısmını kaleme almış, ben de bir tesadüf okumuştum. Uzun lafın kısası bir karlı kış günü uçağa atlayıp, yaz sıcağının kavurduğu Cape Town’da soluğu aldım.

OKYANUSLAR KOL KOLA

Kente gidişimin ikinci günü, Ümit Burnu’nu tepeden gören bir restorana oturdum. Karşımda muhteşem manzara vardı. Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu tam önümde kucaklaşıyor, sonra kol kola girip Ümit Burnu’nu birlikte dövüyorlardı. Uçsuz bucaksız muhteşem bir manzaraydı. Yemeğim gelinceye kadar bir bardak Chardonay istedim. Garson biraz sonra iyi soğutulmuş beyaz şarabı getirdi. Öylesine lezzetli bir şaraptı ki, bunu üzümün kalitesine, fıçı kokusunun dengesine değil de manzaranın güzelliğine bağladım. Ardından yemekle birlikte gelen kırmızı şarap da -Le Bonheur- şaşırtıcı lezzetteydi. Baharat ve kırmızı meyve kokulu, dolgun gövdeli, mor ışıltılı yakut renkli muhteşem şarabı yudumlarken, hem tabağımdaki eti yemeyi hem karşımda kucaklaşan iki okyanusu seyretmeyi unuttuğumu şimdi bile hatırlıyorum.

Cape Town’da kaldığım üç gün değişik şarapları tattım. Hepsi birbirinden güzeldi. Dönünce soluğu Ebu Bekir Efendi’nin torunu Osman Serim’in yanında aldım. Kendisi yiyecek-içecek uzmanı olduğu için bu konuları bilirdi. Ben ona dedesinden kalan izleri anlattım, o da bana Güney Afrika şarabını. Yetinmedim dergilerden, kitaplardan okudum.

Güney Afrika’da şarapçılığın temellerini, Hindistan’a yapılan gemi seferlerine taze gıda sağlamak amacıyla 1652 yılında kurulan ‘Dutch East India’ şirketi atmıştı. İlk bağlar 1655’te dikilmiş, ilk şaraplar da 1659’da elde edilmişti. 17. yüzyılın sonlarında Fransızların bölgeye yerleşmesiyle kalite artmaya başlamıştı. 19. yüzyılın başlarında İngilizlerin Cape Town bölgesini işgal etmeleri en çok şarap üreticilerinin işine yaramıştı. Artan talebi karşılayabilmek için dağ taş bağlarla kaplanmıştı. Üretim 4,5 milyon litreye kadar yükselmişti.

Zamanla kalitenin düşmesi, ardından bağları yok eden filoksera -bir çeşit kanser- salgını Güney Afrika şarapçılığına büyük bir darbe vurdu. Zor durumda kalan üreticiler 20. yüzyılın başlarında ilk şarap kooperatifini kurarak yeniden kolları sıvadılar. Bugün ülkede tam 116 bin hektar bağ var. Bu bağlarda 4500 çiftçi çalışıyor. Üretiminin yüzde 20’sini ihraç eden ülke, dünya şarap üretiminin yüzde 3’ünü sağlıyor.

DERE TEPE BAĞ

İlk gidişimden birkaç yıl sonra, yine bir kış günü Güney Afrika’ya gittim. Bu sefer bahanem falan yoktu. Şarabın peşine düşecek, şarap içecektim. Ülkede bağların hemen hepsi Cape Town civarında bulunduğu için bu kentte postu serdim.

Bağlar genellikle, kenti çevreleyen dağların arasındaki vadilerin yamaçlarında, Cape Dağları’nın eteklerinde kurulmuştu. Denizden kopup gelen nemli rüzgarlar, bağların biricik sevgilisiydi. Bu rüzgarlar salkımları kucaklayıp, güneşin öfkesinden koruyor, toprağın tüm lezzetini tanelerinde biriktirmesine olanak sağlıyordu. Yani kaliteli üzüm için tüm şartlar mevcuttu: Farklı karakterde toprak, nem dolu rüzgarlar, yeterli gün ışığı.

Bu gezimde kendimi, gazeteci değil de ‘Şarap Dostları Derneği’ yöneticilerinden biri olarak tanıtmıştım. Bizim küçücük derneğe öylesine değer vermişlerdi ki şaşırıp kalmıştım. Bana her gittiğim yerde bir ‘Şarap Şövalyesi’ gibi davranmışlardı. Gezime ülkenin en eski üretim alanı Constantia ile başladım. Ardından kırmızı şarap ağırlıklı üretim yapan Durbanville’e gittim. Daha sonra ülkenin en önemli şarap bölgesi olan Stellenbosch’a geçtim. Sevdiğim şarapların çoğu burada üretildiği için bu bölgede daha fazla vakit geçirdim. Nederburg malikanesinin bulunduğu Paarl bölgesinin Cabarnet Sauvignon’larıyla doldurduğum kadehleri elimden bırakamadım. Ve o gün bugündür Güney Afrika şaraplarının bir tutkunu oldum çıktım.

TADIM NOTLARI

Şarap Dostları Derneği’nde yapılan geçen haftaki tadıma gelirsek; dikkatimi çekenleri şöyle sıralayabilirim: Palladius 2002 (beyaz): alkol derecesi çok yüksek (Yüzde 14.9) olmasına rağmen dengeli bir şaraptı. Tropikal meyve aromaları ön plandaydı. Tipik ‘yenidünya’ özelliklerini taşıyordu. Collumella 2001 (kırmızı): Shiraz üzümü ağırlıklı bu şarabın da alkol derecesi oldukça yüksekti (yüzde 14.8). Buna rağmen çok dengeli bir şaraptı. Tanenleri oldukça yoğundu. Baharat ve kırmızı meyve kokuları kendini hemen fark ettiriyordu. Saklanmaya elverişli, gövdesi oldukça kuvvetliydi. Şıranın elde edilmesinden, şarabın şişelenmesine kadar ‘Gentle wine making’ denilen bir metot benimseyen De Toren şarapevinin yeni nesil şaraplarından ‘De Toren Fusion 2001’ tadıma katılanların ortak beğenisini topladı.

Tadıma son noktayı, meşhur Rust En Verde şarapevinin, 1992 mahsulü üzümlerinden yapılan şarabı koydu. Deri kokuları içeren, rengi tuğlaya dönüşmüş 13 yıllık bu şarap, beklenilen sükseyi yapmadı. Tadımın sonunda şaraplar hakkında kararsız kaldım. Seçilen şaraplar, fiyatları çok yüksek olmasına rağmen, bende ‘unutulmaz anlar’ yaşatmadı. Damağımda patlamalara neden olmadı. Ben daha uygun fiyatlara daha lezzetli şaraplar içmiştim. Ama toplantı bittikten sonra sunulan meşhur Constancia likör şarabı, kelimenin tam anlamıyla müthişti. Bu şarap 18. yüzyılda Avrupa’daki bütün saraylarda baş tacı edilmişti.

Tadımdan sonra bir kere daha anladım ki, Güney Afrika Şarapçılığı dört nala kalkmış, kendinden biraz önde koşan Avustralya, Şili ve Arjantin’le kıyasıya bir yarışa girmişti. Bizler, topraklarımızda tarih öncesi dönemlerden günümüze miras kalan şarabı yok etmek için her türlü çabayı gösterirken, bu işi sonradan öğrenenler, dünya sofralarının en baş köşesine kurulmuşlardı bile.

Tadılan şaraplar

Rustenberg 2003 (beyaz) Üzüm cinsi: Chardonay. Alkol derecesi:14,5. Yıllanma potansiyeli 5 yıl. Fiyatı: 21 dolar

Hamilton Russell 2003 (beyaz) Üzüm cinsi: Chardonay. Alkol derecesi: 12,5. Fiyatı: 31 dolar

Palladius by Eben Sadie 2002 (beyaz) Üzüm cinsleri: Viognier, Chardonnay, Chenin Blanc, Grenache Blanc. Fiyatı: 58 dolar

Bouchard Finlayson 1997 (kırmızı) Üzüm cinsi: Pinot Noir. Alkol derecesi: 13,47. Fiyatı: 103 dolar. 1997 yılında sıra dışı bir mahsul elde edildi.

Stellenzicht 1998 (kırmızı) Üzüm cinsi: Shiraz. Alkol derecesi: 14,8. Fiyatı: 84 dolar.

Boschendal 2000 (kırmızı) Üzüm cinsi: Shiraz. Üzümler elle toplanmış. Alkol derecesi: 14,79. Fiyatı: 22 dolar.

Columella by Eben Sadie 2001 (kırmızı) Üzüm cinsleri: Shiraz, Mourvedre. 2003 Wine Guide’ında 5 yıldız aldı. Fiyatı: 77 dolar.

De Toren 2001 (kırmızı) Üzüm cinsleri: Cabarnet, Merlot, Malbec, Cabarnet Franc, Petit Verdot. Fiyatı: 54 dolar. Yıllandırılmaya elverişli. Alkol derecesi: 14,5.

Rust En Verde 1992 (kırmızı) Üzüm cinsleri: Cabarnet Sauvignon, Shiraz, Merlot. Alkol derecesi: 12,5 Fiyatı: 60 dolar
Waterford 2001 (kırmızı) Üzüm cinsleri: Cabarnet Sauvignon, Cabarnet Franc. Alkol derecesi: 13,5. Fiyatı: 20 dolar.

ÖNEMLİ NOT: Kırmızı şaraplarda en gövdeli ürünler 1998, 2000, 2001 yılları üzümlerinden elde edildi. En kaliteli şaraplar ise 1999 ve 2003 yılları mahsulünden üretildi. Beyaz şaraplarda ise göze çarpan yıllar şöyle sıralanıyor: 2004, 2003, 2001, 1995.
Yazarın Tüm Yazıları