Sardunya’dan sonra Akdeniz’in asi çocuğu Korsika’ya geçtim.
Aklını fikrini bağımsızlıkla bozmuş adanın yüce dağlarında, kartal yuvası benzeri köylerinde, orta çağ kasabalarında dolaştım. Her şeye hükmeden rüzgarın sesini dinledim, lezzetli yemeklerini yedim.
Sardunya’nın kuzeyindeki Santa Teresa kasabasından kalkan feribotun güvertesinde, önce Sardunya Adası’nın danteli andıran girintili çıkıntılı kıyılarını seyrettim. Bir rüyadan uzaklaşır gibiydim. Sonra yüzümü rüzgara doğru çevirip, Korsika’yı kokladım. Koca ada uzaktan, bir dağ kütlesini andırıyordu. Sanki denizin orta yerinden fırlamış, etekleri sular altında kalmış, koca bir dağ. Yıllardan beri haritanın karşısında, Sardunya ile Korsika’yı seyretmiş, düşsel gezilere çıkmıştım. Bu sefer ki gezim gerçekti ama yine de bir düşü andırıyordu.
50 dakika sonra feribot, Korsika’nın güney kıyısındaki beyaz uçurumlara yaklaştı. Önce kale surları göründü. Surlara bitişik evler, denize düşmemek için birbirlerine sarılmışlardı sanki. Citadelle adı verilen eski kentin, eski evleriydi bunlar. Akdeniz’in üstüne sarkmış cumbalarında oturanların seyrettikleri manzarayı kıskandım.
Feribot hız kesip, Bonifacio limanına doğru girmeye başladı. Biraz ötemdeki rehberin grubuna anlattıklarına kulak kabarttım. Limanın girişindeki bir mağarayı gösterip, "Napolyon’un şapkası" diyordu. Baktım, gerçekten de rüzgar mağarayı Napolyon’un ünlü şapkası gibi şekillendirmişti. Rehber sonra ekledi: "Ajaccio kentinde doğan Napolyon burada pek sevilmez. Çünkü iktidarı boyunca Korsika için hiçbir şey yapmadı..." Bu "korsan bilgiyi" belleğimin bir kenarına yazdım.
Bonifacio Limanı, Norveç fiyortlarını andırıyordu. Deniz, rüzgarın yardımıyla karayı oymuş, içlere kadar girmişti. Rüzgar almayan, korunaklı bir limandı. Limana bakınca, lüks teknelerin sıra sıra kıçtan kara yaptıklarını gördüm. Yol arkadaşım Zeki Alkoçlar direksiyona geçip nereye gideceğimizi sordu. Sorunun cevabını bilmiyordum. Bir kahveye oturup, Sardunya’dan aldığım haritaya bir göz gezdirdim. Korsika ile ilgili bir kitap bulamayınca adayı yeterince "çalışamamıştım." Haritada kıyıyı izleyen yol hoşuma gitti nedense. "Kıyı kıyı gidelim" dedim. Yol arkadaşım itiraz etmedi, direksiyonu kuzeye doğru giden yeşil yola doğru çevirdi.
İNSANI SARMALAYAN SOKAKLAR
Bir süre sonra yoldan ayrılıp küçük bir köye saptık. Amacım bir rehber kitap bulmaktı. Buldum ama Fransızca’ydı. Zeki arabayı kullanırken, fotoğraflardan ipuçları yakalamaya çalışıyordum. Görüntüler şaşırtıcıydı. Anlaşılan Sardunya’dan sonra bir başka cennete gelmiştik.
Önümüze çıkan ilk büyük yerleşim yeri Porto Vecchio’ydu. Kıyı kahvelerinden birinde, önümüzde bağlı tekneleri seyrederek birer kahve içtik. Sonra tepedeki kaleye tırmandık. Birden kendimizi daracık sokakların arasında bulduk. Taş evler, küçük lokantalar, kaldırıma iskemle atmış kahveler, küçük dükkanlar... İnsanı sıcacık sarmalayan sokaklarda dolaşıp turizm bürosunu bulduk. Görevliye çok vaktimizin olmadığını, bu kısa sürede Korsika’yı kavrayabilmek için nereye gitmek gerektiğini sordum. Küçük bir haritada adanın iç kesimlerini bir yuvarlak içine aldı, birkaç köyün altını çizdi.
GÜNDÜZ GÜZELİ
Zirveye yaklaştıkça hava soğudu, güneş kayboldu, bulutlar yolu kapattı. Zirvede bir göl çıktı karşımıza. Issız, sessiz, kıpırtısız mavi-gri bir göldü. Ağaçlar ve bulutların aynasıydı sanki. Sessizlik yoğun bir şekilde hissediliyordu. Kuşlar bile ötmeye çekiniyordu sanki. Göle bakarken, hissetmenin ne renk olduğunu düşündüm. Yalnızlık kokan bu kimsesiz göl, hüznüyle içimi ferahlattı.
Sonra yola devam ettik. Zirveden, yemyeşil vadilerin lacivert Akdeniz’le kucaklaşmasını seyretmeye doyum olmuyordu. Sonra köylerden geçtik. Carbini, Levie, San-Giovanni-di-Carbini... Zonza’ya geldiğimizde vakit öğleydi, karnımız acıkmıştı. "Küçük Kartal" adlı bir lokantaya girdik. Dağın başındaki küçücük bir köyde, böylesine güzel bir lokantada yemek yiyeceğimi aklımın ucundan geçirmemiştim. Duvarlardaki raflara seramik demlikler sıralanmıştı. Barın tezgahındaki kavanozlar ise dağ otlarıyla doldurulmuştu. Kekik, biberiye, fesleğen, lavanta, nane ve diğerleri... Aynaların sağına soluna fotoğraflar sıkıştırılmıştı.
Garsondan çok bir sanatçıyı andıran orta yaşlı, yuvarlak gözlüklü, kıvırcık saçlı, davudi sesli kadın siparişlerimizi aldı. Burada, uzun yıllar Fransız mutfağıyla haşır neşir olmamın yararını gördüm. Fransızca bilmememe rağmen sipariş vermekte zorluk çekmedim. Bir ara gözüm aşçıya takıldı. Bir an onu, "Gündüz Güzeli" Catherine Deneuve’e benzettim. Onun gibi endamlı, onun gibi sarışındı, ve uzun, şık siyah bir elbise giymişti. Birden bire bir Fransız filmine girip çıktığımı zannettim.
RÜZGARIN SESİ
Köyün sessizliğini, gök gürültüsü ve çakan şimşekler bozuyordu. Sonra yağmur boşaldı. Yağmur tanecikleri, kararmış havada ıslak çizgiler çizdi. Yağmurun ardından rüzgar ıslık çalmaya başladı. Rüzgarın sesi, bazen oyun oynayan çocukların sevinç çığlıklarına, bazen mutsuz bir kadının hıçkırık sesine benziyordu. Korsika’da her şeyi rüzgar şekillendiriyordu. Vadileri, kanyonları, kıyıları, limanları... En çok güneyden, Afrika’dan esen rüzgarı seviyorlardı. Adaya mutluluk taşıyordu sanki.
Biraz sonra yağmur kesildi. Bir an elmas zerreciklerinden oluşan bir toz bulutu havada asılı kaldı. Birileri gökyüzünden, gök mavisi büyük bir örtünün üstündeki kırıntıları silkelemişti sanki. Yemeği bitirip, iki kadına övgüler yağdırdıktan sonra yolumuza devam ettik. Geçtiğimiz köylerde nedense sokaklar bomboştu. Bir kahvede mola verdik. Duvarlarda Fidel Castro’nun, Che Guevara’nın ve Korsika’nın bağımsızlık simgesi başı bantlı korsanın resimleri asılıydı. Anlaşılan bağımsızlık yanlısı bir kahveydi. Korsika, yıllardan beri bağımsızlıkla yanıp tutuşuyordu. Ama sadece turizm ve tarımla bağımsızlığın yürümeyeceğini biliyorlardı.
Dağlardan indik, ovaları geçtik, döndük dolaştık geziye başladığımız Bonifacio’ya geldik. Aslında adanın en eski kentlerinden biriydi. Önce kalenin içindeki ortaçağ kentinin daracık sokaklarını arşınladık. Sıcaktan bunaldıkça bir kahvede, serinletilmiş roze şarapların eşliğinde nefesimizi toparladık. 1420 yılındaki işgal sırasında kentten kaçabilmek için bir gecede yapılan 187 basamaklı "Kral Aragon Merdivenleri"ni ahlaya pohlaya inip çıktık. Bol bol fotoğraf çektik.
Sonra marinada bir kahvede oturup rıhtımı gözlemeye koyulduk. Kıyıya bağlanmış tekneler, hayal gücümü zorlayan görüntüdeydi. Kimi koca bir yelkenli, kimi 4-5 katlı bir gemi, kimi uzay aracı gibiydi. Bazılarının kıç tarafındaki masalara, garson kızlar şampanya servisi yapıyorlardı. Rıhtımda şık bayanlar ve baylar, köpekleriyle birlikte bir aşağı bir yukarı yürüyorlardı. Aklıma nedense "Muhteşem Gatsby" filminden kareler geldi.
Dönüş yolunda önce güneşin batışını seyrettik. Sonra Zeki ile bir hafta süren gezinin değerlendirmesini yaptık. Sardunya, turistler için hazırlanmış bir cennetti. Her koyunda başka bir güzellik vardı. Bir masalı andırıyordu. Ama Korsika daha gerçekti. Daha yaşayan bir adaydı. "Korsan Yüzlü Korsika’ya" el sallarken ayrılığın uzun sürmeyeceğini, ilk fırsatta yeniden geleceğimi biliyordum. Çünkü ona doyamamıştım.
ADANIN DAĞLARINDA
Dağlara doğru gitmeye başladık. Aslında Korsika’nın gizemini ve vahşi doğasını keşfedebilmek için acele etmek gerektiğini biliyordum. Her şeye, her yere sindire sindire bakmak gerekiyordu. Ama zaman fakiriydik. Buna bir ön yolculuk ya da ön keşif olarak bakıyorduk. Gelecek yıllardaki bir Korsika gezisinin altyapısını hazırlıyorduk. 30 milyon yaşındaki Akdeniz’in üçüncü büyük adasında yaşamı deniz değil de dağlar biçimlendirmişti. Özgür çobanlar, koyunlar, manda sürüleri, kartal yuvası benzeri köyler. Fransız yazar Guy de Maupassant, Korsika için boşuna "denizde bir dağ" dememişti. Yol durmadan tırmanıyordu. Ormanın içinden gidiyorduk artık. Fıstık çamları, meşeler, bulutlarla oynaşan sedirler... Hepsi yüce ağaçlardı. Korsika, İtalyan kardeşi Sardunya’dan daha sahici, daha vahşi, daha asiydi. Nedense bu adaya "korsan yüzlü Korsika" yakıştırmasını yapmıştım.
LEZZET DURAKLARI KİTAP OLDU
Gerek bu sayfada yer alan, gerek CNN Türk’te yayınlanan programdaki "Lezzet Durakları" adreslerini bir rehber-kitap haline getirdim. Böylelikle beni mail yağmuruna tutan birçok okuyucumun ve izleyicimin istekleri gerçekleşmiş oldu. Bu kitap özellikle Anadolu’da tatile ve keşfe çıkan gezginlere nerede, ne yiyecekleri konusunda rehberlik yapacak. "Lezzet Durakları" her baskıda eklenecek yeni adreslerle biraz daha kalınlaşacak. Şimdiden lezzetli yolculuklar diliyorum.