Kastamonu: Huzurlu sığınak

Geçen hafta tepemden bir türlü ayrılmayan bir yağmur bulutuyla birlikte Kastamonu'da dolaştım durdum. Dünle bugünün iç içe geçtiği kentin özellikle evlerine hayran oldum. Bu hafta sizi kentin içinde gezdirmeye çalışacağım. Daha sonraki yazılarda da cennete benzeyen ilçelerden, daha sonra da Kastamonu'nun ‘damak çatlatan’ tatlarından söz edeceğim.

Yeni rotalar ararken imdadıma, avcı arkadaşım Zeki Alkoçlar yetişti. Bu mevsimde Kastamonu ve çevresinin bir cennete dönüştüğünü, yeşilin gerçek rengini burada sergilediğini, doğanın hem coşup, hem de coşturduğunu söyledi... Hatta daha ileri gidip, ‘Kastamonu'yu görmemiş gezgine ben gezgin demem’ diye de tahrik etti... Uzun zamandan beri tüfeği eline almayan, ama ‘avcı’ lakabından da kurtulamayan Zeki, tetik çektiği dönemlerde kıyı bucak çok gezdi. Bu konuda ‘Bir Bilen’ sayılırdı. Onun için dediklerini ikiletmedim. Ertesi gün, kuşlar kahvaltısını etmeden yola koyuldum.

İstanbul'da kararsız bir hava vardı. Bulutlar omuz omuza vermiş, güneşin önünü kapatmaya çalışıyorlardı. Şaşkın rüzgar kah gündoğusundan, kah poyrazdan esip yaprakları şaşkına çeviriyordu. Sevimsiz Tem otoyolunun kenarlarındaki manzaraların bile eli yüzü düzelmişti. Hele Kocaeli'nden sonra, Adapazarı'nda Sapanca Gölü'ne yüzünü dönmüş tepeleri, katırtırnakları sarıya boyamıştı. Ağaçlar dallarını iyiden iyiye beyaz çiçeklerle süslemiş, salınıp duruyorlardı. Sanki doğada düğün vardı. Manzara öylesine şenlikliydi.

Otoyolu Gerede'den terk edip, Kastamonu yönüne doğru direksiyonu çevirdim. İşte o sırada bir yağmur bulutu peşime takıldı. Ben gittim o da geldi. Kah çiseledi, kah sağanak oldu. Amasya'ya doğru uzanan bu yolu, gide gele neredeyse ezberlemiştim. Radarların nerede tuzağa yattığını artık tahmin edebiliyordum. Onun için pür dikkat, arada bir hız sınırın altında, arada bir üstünde hedefe doğru ilerliyordum. Bulutum hep tepemdeydi. Artık ona alışmıştım.

ANADOLU'NUN YÜCE DAĞI

Ilgaz Dağı'nın eteklerine varınca yine, ‘Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın’ türküsünü tutturdum. Bozuk plak gibiydim. Türkünün başka mısrasını bilmediğim için, hep aynı sözleri yineleyip duruyordum. Milli Park'ın giriş kapısına yaklaşırken, bir tilki yola fırladı. Acelesiz adımlarla karşı tarafa geçti. Çamurlu bir yola sapıp, zirveye doğru tırmandım. Kar hala kalkmamıştı. Yol kıyısına kürenen karın kalınlığına bakılırsa, dağda kış kışlığını yapmıştı. Fotoğraf çekmek için arabadan indim. Esintili zirvede üşüdüm. Bu arada bulutumun kar serpiştirmeye başladığını gördüm.

Ilgaz gerçekten yüce ve güzel bir dağdı. Doğa düşkünleri, trekinkçiler, özellikle kayakçılar için bir cennetti. Modern tesislerle süslü bu dağ, Anadolu'nun orta yerinde keşfedilmeyi bekliyordu.

Dağdan döne döne indim. Kastamonu'ya girip, kentin tam ortasından akan Karaçomak Deresi'ne paralel ilerlerken, karşı tepede kaleyi gördüm. Ok işaretlerini izleyip, zirvede bir kartal yuvası gibi duran kalenin kapısına yakın bir yerde park ettim. Bizans döneminde, zirvedeki kayanın üstüne kondurulan kalenin yokuşlu girişini, nefes nefese tırmandım. Candaroğulları ve Osmanlılar döneminde yapılan kule ve burçların üstünde soluklanıp, kuşbakışı Kastamonu'yu seyrettim. Bulutum çiselemeyi kestiği için, bunu fırsat bilip bol bol fotoğraf çektim.

GELENEKSEL TÜRK EVLERİ

Kastamonu'nun asırlar boyu çeşitli uygarlıklara kapı açtığını biliyordum. Kalenin zirvesinden gördüklerime bakılırsa burası camiler, medreseler, hanlar hamamlar kenti idi. Nitekim okuduğum kitaplarda burada, 55 cami ve cami kompleksi, 66 türbe, 26 medrese ve kütüphane, 16 halk hamamı, 10 han, biri şadırvan 42 çeşme, bir tane de bedesten olduğu belirtiliyordu. Kırmızı Marsilya kiremitli evler öylesine güzel görünüyordu ki, objektifi bir sağa bir sola çevirip, durmadan deklanşöre basıyordum.

Kenti kuşbakışı keşfettikten sonra, muhteşem eski evlerin süslediği ara sokaklara indim. Bu arada bulutum çiselemeyi yağmura döndürdü. Aldırmadım. Beyaz badanalı, ahşap, kireç ve kerpicin uyumlu birlikteliği ile yıllara meydan okuyan geleneksel Türk evlerini seyrede seyrede sokaklarda dolaşıp durdum. Bu güzelim evlere her sokakta rastlamak mümkündü. Hatta bazıları bir sokağı baştan sona kaplamıştı. Kastamonu valisinin bu eski evleri yaşatabilmek için olağanüstü bir gayret sarf ettiğini buraya gelmeden önce öğrenmiştim. Yapılanları gördükten sonra kendisini gıyabında bir kez daha kutladım.

Kırkçeşme Mahallesi'ndeki Konyalı Konağı'nı, Honsalar Mahallesi'ndeki Sepetçioğlu Konağı'nı, Hükümet Konağı'nın hemen arkasındaki yokuşta yer alan Mazlumcular Konağı'nı, İsmail Bey Mahallesi'nde yer alan Toprakçılar Evleri'ni, Eflanili, Sirkeli konaklarını üşenmeden teker teker gezdim. Hele Saylav Sokağı'nda kendimi Cumhuriyet'in ilk yıllarında dolaşıyormuş gibi hissettim.

MODERN GÖRÜNTÜLER

Yağmur hızını artırınca bulutumla inatlaşmayı bırakıp, daha önceden yer ayırttığım Mütevelli Oteli'ne sığındım. Odamda kurulanırken yorulduğumu fark ettim. Tekrar lobiye inip, cam kenarında hem yağmurun dinmesini hem de geleni geçeni seyretmeye koyuldum. Dere kıyısındaki yolda bir aşağı bir yukarı yürüyenlerin çoğu gençti. Sevgililer el ele, yanak yanağa, kol kola, yağmura aldırmadan aheste adımlarla, birlikteliğin tadını çıkartıyorlardı.

Yağmur biraz insafa gelince, otelden çıkıp dere kıyısında yürümeye başladım. Yolun iki kıyısına pastaneler, alışveriş merkezleri, birahaneler, restoranlar, beyaz eşya satan mağazalar, cep telefonu bayileri, vitrinleri moda giysilerle süslenmiş mağazalar sıralanmıştı. Kalabalıklara bakılırsa ticaret erbabının işi iyiydi. Bugünü böyle olan Kastamonu'da geçmişteki yaşam nasıldı?.. Bunu da 1300'lü yıllarda buraya gelen ünlü İslam gezgini İbni Batuta ‘Seyahatname’sinde şöyle anlatıyordu:

‘Burası büyük ve güzel şehirlerden biridir. Hayat şartları da yaşamaya elverişlidir. Bu beldede kırk gün kaldık. İki dirheme iyi bir koyunun yarısını, iki dirheme de ekmek satın alıyordum. Bunlar bize bir gün yetiyordu. On kişi idik. İki dirhemlik bal helvasıyla hepimiz doyuyorduk. Bir dirhemlik ceviz, bir dirhemlik kestane alıyorduk. Kışın en şiddetli zamanında bir yük odunu bir dirheme satın almak mümkün idi. Bu kadar ucuz bir şehir görmedim. Her gün ikindi namazını müteakip bir kabul resmi düzenlemek, Kastamonu hükümdarının adeti idi. O zaman sofralar hazırlanarak kapılar açılır, şehirli, köylü, yabancı, yolcu kim varsa hepsine yemek ikram edilirdi...’

İSTANBUL'DAN GELEN SAAT

Ertesi günümü kentteki tarihi eserlere ayırdım. Önce kalenin karşısındaki tepede yer alan Saat Kulesi'ne tırmandım. 1885 tarihinde yapılan kulenin üstündeki saat, bir söylentiye göre İstanbul'dan sürgün edilmişti. Daha önce Sarayburnu'nda bulunan ve düzensiz çalışan saat, Kastamonu valisi Abdurrahman Paşa'nın ısrarları sonucu, yerinden sökülüp kulenin ortasına monte edilmişti. Yeni yerini seven saat şimdi tıkır tıkır çalışıyor ve zamanı saniyesi saniyesine gösteriyordu.

Kuleden inip kentin ortasındaki Nasrullah Külliyesi'ne gittim. 1506 yılında yapılan külliyenin şadırvanında elimi yüzümü yıkadım. Biraz ötedeki Münire Medresesi'nde, el sanatları çarşısından Kastamonu'nun meşhur tahta kaşıklarından aldım. Kente hakim bir tepenin üstünde, Candaroğulları döneminde yapılan İsmail Bey Külliyesi'nde, yağmurdan kaçmak için Deve Hanı'na sığınıp, Şükriye hanımın soğuk ayranından içtim. 1557 tarihli Yakup Ağa Külliyesi'nin, sac ağacından yapılma muhteşem kapısının karşısında uzun süre kalakaldım.

Camiler, türbeler, hanlar, kale mezarları, camiler... Akşama kadar yetiştirebildiğim kadar dolaştım durdum. Ama hepsini sindire sindire gezemedim. Kastamonu gerçekten görülmesi gereken huzur dolu bir sığınak. Bugüne kadar Kastamonu'yu görmediyseniz, ilk fırsatta bu eksikliği gidermenizi öneririm.

Kastamonu'nun çevresi de en az kent merkezi kadar ünlü. Dağları, yemyeşil ormanları, nehirleri, gölleri ve şelaleleri ile bir cennet görünümünde. Ayrıca yemekleri de ‘damak çatlatacak’ kadar lezzetli. Bu konuları da gelecek yazılarımda anlatacağım.

KENTİN ADININ ÖYKÜSÜ

Kastamonu kelimesinin oluşumu konusunda çeşitli rivayetler var. Bunlardan bir tanesine göre; yörede Gaslar'ın yaşadığı dönemlerde, Gas kelimesi ile şehir anlamına gelen Tumanna kelimesinin birleştirilip kente ‘Gas-Tumanna’ dendi. Bu ad zaman içinde Kastamonu'ya dönüştü.

Diğer bir söylenceye göre ise kentin adı şöyle oluştu: Bizanslıların hakimiyetinde olan şehir Türkler tarafından fethedilmek istenir ve kale kuşatılır. Kale komutanının ‘Moni’ isimli kızı, kaleyi kuşatan Türk beyine aşık olur ve burçlardan kalenin kapı anahtarını atar. Bunu gören kale komutanı kızına çok öfkelenir ve ‘Kastın ne idi Moni’ diyerek onu burçlardan aşağıya atar. Bu deyiş zaman içinde Kastamonu'ya dönüşür. Halk arasında yaygın olan her iki söylencenin de her hangi bir dayanağı yoktur.

NEREDE KALINIR?

Mütevelli Oteli: 366-212 2019

Rugancı Otel: 366-214 9500

Osmanlı Sarayı: 366-214 8408

Turaş Otel: 366-212 6730

Selvi Otel: 366-214 1831
Yazarın Tüm Yazıları