Finlandiya’nın başkenti özenle inşa edilmiş bir kent. Her binada ayrı bir ünlü mimarın imzası var. Helsinkililer zengin ama mütevazı. Gösterişi pek sevmiyorlar. Ayrıca ülkelerini işgal eden Rus Çarı’nın heykelini, kentin en ünlü meydanına dikecek kadar da hoşgörülüler.
Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye vardığımda saat 23.00’ü gösteriyordu. Güneş batmıştı ama gökyüzü hálá kızıl turuncuydu. Yani akşamüstlerini andıran bir alaca karanlık kenti sarmalamıştı. Yorgun olmama rağmen hemen yatmak yerine otelin çevresinde dolaşmayı yeğledim. Aslında karanlığın ne zaman geleceğini merak ediyordum. Serince bir yaz akşamıydı. Kahveler ve barlar hálá tıklım tıklımdı. Öğrendiğime göre Helsinki, dört mevsimi yaşayabilen ender kuzey kentlerinden biriydi; çok sıcak olmayan aydınlık bir yaz, soğuk ve karanlık bir kış, yarı aydınlık ılık bir ilkbahar, gri karanlık serin bir sonbahar...
ERKENCİ GÜNEŞ
Bir kaldırım kahvesinde oturup bekledim. Karanlık 01.00’e doğru geldi. Karanlığa kavuştuktan sonra otele dönüp, kendimi uykunun o muhteşem kollarına teslim ettim. Gözlerimi açtığımda, karşımda aydınlık bir sabah duruyordu. Perdeleri kapatmadığım için güneş ışıklarını odama göndermiş, beni uyandırmıştı. Geç kaldım telaşıyla yataktan fırladım. Saatime baktığımda daha sabahın 03.00’ü olduğunu gördüm. Demek ki güneşin batmasıyla çıkması bir olmuştu. Bir-iki saatlik dinlenme ona yetmiş, tekrar dünyaya dönmüştü. Perdeleri çektim, erkenci ışıkları kovdum, uyumaya devam ettim.
Sabah erkenden rehberimizle buluştuk. Paula Makipaa ‘şakır şakır’ Türkçe konuşuyordu. Telefon zilinin Türk İstiklal Marşı olması onun bir Türkiye fanatiği olduğunu gösteriyordu. 10 yıl İstanbul’da kalmış, büyük oğlu orada doğmuştu. Kocasının 50. yaş gününü kutlamak için Türkiye’ye gitmeyi planlıyordu. Paula, tanışma merasiminden sonra Helsinki’nin kuruluş öyküsünü anlatarak işe başladı: ‘14. yüzyılda İsveçliler Finlandiya’yı imparatorluk topraklarına kattıklarında bu ıssız topraklarda birkaç köy dışında pek yerleşim yeri yoktu. İsveç Kralı Gustav Vasa, karşı kıyıdaki Estonya’nın görkemli limanı Tallin’den çok daha güzel bir kent yaratmayı aklına koymuştu. Kentin ilk temelleri 1550 yılında Vantaa nehrinin kıyısında atıldı. 90 yıl sonra da bugünkü yerine taşındı. Helsinki 19. yüzyılın başında Rus Çarı’nın emriyle yeniden inşa edildi. Kentin planını John Albrecht Ehrenström çizdi. İnşaatlar bitince de Helsinki Finlandiya’nın başkenti oldu...’
Bir yandan Paula’nın anlattıklarını dinliyor, bir yandan aklımdaki bilgi kırıntılarını bir araya getirmeye çalışıyor, bir yandan da etrafı seyrediyordum. Helsinki özenli bir kente benziyordu. Her bina ayrı bir mimari titizlikle yapılmıştı. İlk molayı Senato Meydanı’nda verdik. Burası başkent olmanın heyecanıyla inşa edilmişti. Aynı zamanda St. Petersburg’un da mimarı Prusyalı Carl Ludwig Engel bu meydanın etrafını Senato binası, üniversite ve St. Nicholas Katedrali ile süslemişti. Helsinki, St. Petersburg’un kızkardeşi gibiydi. Tıpkı Selanik’in İzmir’in kardeşi olduğu gibi. İki şehirde de birbirini anımsatan izleri bulmak mümkündü. Meydanın tam ortasında işgalci Rus Çarı Aleksandr’ın heykeli duruyordu. Finlandiyalılar bu heykeli dikerek, Helsinki’yi başkent yapan ‘düşman’ çara teşekkür etmişlerdi.
Daha sonra ulusal romantizm tarzında inşa edilmiş gara, ulusal müzeye, tiyatroya ve dev granit kaya kütlesinin içine oyulmuş ilginç kiliseye, ünlü bestekar Sibelius’un anıtına gittik. Sibelius, Finlandiya tarihinde çok önemli yer tutuyordu. Bir bestecinin ülkenin simgesi haline gelmesine, dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanmıyordu. Helsinki’ye gelen Finlandiyalılar ve turistler ilk olarak burayı ziyaret ediyorlardı. Onun duvara iliştirilmiş kabartma portresini Nazım Hikmet’e benzettim nedense. Finlandiya’da klasik müziğe önemli bir yatırım yapılıyordu. Bu müziği öğreten ve müzisyen yetiştiren en önemli okullar buradaydı. Dünyada kişi başına en çok klasik müzik orkestrası düşen ülke burasıydı. Ve dünyaya en çok klasik müzik yıldızı ihraç eden ülke de Finlandiya’ydı.
GEMİLERDE ALEM VAR
Oradan bugünlerde Türkiye’de sık sık duyulan, ‘Helsinki Kriterleri’nin yazıldığı binaya gittik. Avrupa’nın demokrasisinin biçimlendiği bu bina ünlü mimar Alvar Aalto tarafından yapılmış, dış kaplamalarda beyaz İtalyan mermeri kullanılmıştı. Sokak gezmesi bitince soluğu limanda aldık. Bir vapura binip, karşıdaki adaya yollandık. Limanın ağzında irili ufaklı birkaç ada vardı. Finlandiya aslında göller ve adalar ülkesiydi. Ülkede irili ufaklı tam 180 bin göl ve 188 bin ada bulunuyordu. Limanın iki yanında dev yolcu gemileri bağlanmıştı. Bütün kuzeyde meşhur olan gemilerden biri Stockholm’e diğeri ise Tallin’e gidiyordu. Cuma akşamından gemilere binenler, pazartesi sabahı dönünceye kadar sürekli içki içiyorlardı. Çünkü uluslararası sularda gemiler vergi almıyor, içki fiyatları yarı yarıya ucuzluyordu. Adada, Finlandiya tarihinde önemli bir yer tutan kaleyi gezip geri döndük.
ADİL CEZA
Limanın çevresinde pazar kurulmuştu. Çeşit çeşit hediyelik eşya, türlü türlü yiyecek ve rengarenk çiçekler satılıyordu. Pazar yerinin karşısında cumhurbaşkanlığı sarayı yer alıyordu. Sarayın çevresinde ne bir nöbetçi, ne bir polis vardı. Önünden insanlar ellerini kollarını sallayarak geçip gidiyorlardı. Meydanın bir yanında genişçe bir alan bisiklet parkına ayrılmıştı. Rehber, kentte böyle tam 26 tane park yeri olduğunu söyledi. Yokuşsuz Helsinki’de bisiklet önemli bir ulaşım aracıydı. İsteyen bu parklardan 2 Euro depozit karşılığında bisiklet kiralayabiliyordu. İşiniz bitince bisikleti her hangi bir parka bırakıp, depoziti geri alabiliyordunuz.
Paula Makipaa bir yorgunluk molası sırasında ülke hakkında ilginç bilgiler verdi. Türkiye’nin yarı büyüklüğündeki (338.218 kilometrekare) Finlandiya’da sadece 5.2 milyon insan yaşıyordu. Trafik cezaları, verilen vergi oranına göre kesiliyordu. Yani kırmızı ışıkta geçen fakir Finlandiyalı ile zengin Finlandiyalı aynı rakamı ödemiyordu. Ceza gelire göre verildiği için, iki gruba mensup olanların canı eşit miktarda yanıyordu. Fiyatların üstünde yüzde 22 KDV vardı. Yabancı ülkelerde yaşayanlara, çıkış yaparken yüzde 10-16 vergi iadesi yapılıyordu.
Hem Fince hem de İsveççe yazılmış sokak tabelaları dikkatimi çekti. Paula’ya sordum; nüfusun ancak yüzde 7’si İsveççe konuştuğu halde bu dil okullarda zorunlu ders olarak okutuluyordu. Onun için tabelaları Fince ve İsveççe yazmak şarttı.
İşgaller bu ülke insanını çok dilli yapmıştı. Hemen herkes Fince ve İngilizcenin yanı sıra İsveççe ve Rusça da konuşabiliyordu.
FİN MUTFAĞI
Yeme-içme faslına gelirsek... Finlandiya mutfağı, yıllarca boyunduruğu altında yaşadığı İsveç ve Rus mutfaklarından oldukça etkilenmişti. Kuzeyin en şişman insanlarının yaşadığı Finlandiya’da, mutfağın baş köşesinde hamur işleri ve ekmek oturuyordu. Çavdar ekmeğinin içine, balık ve domuz eti doldurarak yapılan Kalakukko, en sevilen ve en çok tüketilen yemeklerin başında geliyordu.
Ekşi mayayla yapılan çavdar ekmeği ise sofraların vazgeçilmez gıdasıydı. Finlandiya’da ekmeğin tatlısından tuzlusuna onlarca çeşidini bulmak mümkündü. Yine çavdar ekmeğinin içine, sütlaca benzer bir pirinç muhallebisi doldurularak yapılan karjalanpiirakka, ülkenin en sevilen tatlılarının başında yer alıyordu. Bu tatlıdan iki çatal yedikten sonra, Finlandiyalıların karanlık ve soğuk kış günleriyle nasıl baş ettiklerini daha iyi anladım.
BALIKLAR
Finlandiya mutfağının diğer bir aktörü de balıklardı. Somon, ringa, mezgit benzeri whitefish gibi balıklar, genellikle salamura ve füme olarak tüketiliyordu. Ama Kuzeyin soğuk sularında yakalanan somon balığının, mangal üstünde ızgarası da en favori yemeklerin arasında yer alıyordu.
Balıkların yanında mutlaka haşlanmış patates yeniyordu. Tabii balıklara ülkenin ünlü votkası da eşlik ediyordu. Kırmızı pancar turşusu, haşlanmış makarna, pirinç, havuç ve çeşitli reçeller, özellikle et yemeklerinin yanında garnitür olarak sunuluyordu.
AYI BİFTEĞİ
Ben ekmek çeşitlerinin, balıkların yanı sıra ayı bifteğini, ayı etinden yapılmış sucuğu, Ren geyiği bonfilesini, geyik salam ve sosisini de denedim. Böylelikle damağımı kuzeyin değişik tatlarıyla tanıştırmış oldum.
Dünyaca ünlü Fin votkasına bir iki kadeh dışında pek yüz vermedim. Biraz pahalı olmakla birlikte yemeklerde şarap içmeyi tercih ettim. Mönülere bakınca dünyadaki bütün ünlü şarap üreticilerinin, Finlandiya pazarında kıran kırana bir yarışa girdiklerini gördüm.
Finlandiya kişi başına düşen ulusal gelir bakımından dünyanın en önde gelen ülkelerinden biriydi. Ama Finliler bu zenginliği sokağa yansıtmayı pek sevmiyorlardı. Yani caddelerde paranın gücünü simgeleyen son model arabalara pek rastlanmıyordu.
Kuzeyin bu zengin ülkesinin insanları gösterişten uzak, mütevazı yaşamı tercih etmişlerdi. Yolsuzluklardan arınmış, sakin, düzenli, konuksever, temiz havalı, karanlık arka sokakları ve izbe köşeleri olmayan, günün her saatinde güvenli bu ülkeyi görmenizi öneriyorum.
Hele daha kuzeye, göller bölgesine doğru yolculuk yaparsanız, Finlandiya’yı bir daha hiç unutamazsınız.