Anlatıldıkça insanın gözleri önünde o zenginlik dönemindeki Kemaliye canlanıyor. Artık kimsenin uğramadığı Sorak Vadisi’nden kopup gelen İpek Yolu kervanları, silinmeye tutmuş zikzaklı yollardan tek sıra halinde Fırat’a iniyor. Dünyanın ilk paralı köprülerinden biri olma özelliğini taşıyan Şırzı Köprüsü’nden sağ salim geçiyorlar.
Atlarını bağlayıp, aileleriyle bir günlüğüne hasret gidermeleri için evlerine dağılıyorlar. Memleketinden uzak kalanlar ise hanlara yerleşiyor, ardından çarşıya gidiyorlar. Zamanında onlarca demircinin, dericinin, kuyumcunun, ayakkabıcının, halıcının, tüccarın çalıştığı dillere destan, ahşap dükkánlarla kaplı meşhur Kemaliye Çarşısı’na... Önce 1896’da sonra da 1987’de yanıp kül olacak, geçmişe dair pek bir şeyi kalmayacak çarşıya; dolaşıp, ihtiyaçlarını gideriyorlar. Kervan
yarın yeniden yürüyecek çünkü.
Bir minibüs, her zaman olduğu gibi; koltuklarda insanlar, aralarda bavullar, torbalar, denkler... Bağıştaş’a, istasyona gidiyor. Mevsim, Kemaliye’ye yani daha sık kullanılan adıyla Eğin’e gelme zamanı ama giden de eksik değil. Çalan uzun hava yola çıkmanın, ayrılığın hüznüne pek bir uygun. İlk sıranın sol başındaki ihtiyar başını cama dayamış, yüzünde huzur, bastonuna yaslanmış uyukluyor. İşte bir giden daha... Vedalaşmalar, öpüşmeler, gözyaşları. "Seneye görüşüyoruz" diyor uğurlayan kalabalığın içinden birisi. Seneye. Yine de Kemaliye için iyi. Gidip de dönmeyenlerin, dönüp de ardında bıraktıklarını bulamayanların memleketi burası. Uzun havadan sonra sırayı devralan Kemaliye yani Eğin türküsü gerekenleri söylüyor zaten.
"Eğin dedikleri de ölem, küçük bir şehir
ölem ölem
Ana ben cahilem nedem, çekemem gahır
Yediğim içtiğim ölem, ağuyla zehriyle
ölem ölem
Engel anam engel yavrum Eğinli misin?
Sılaya gelmeye de yavrum yeminli
misin?"
"Dedem Elazığlı, babam Malatyalı, ben Erzincanlıyım. Tabii ki hepimiz Eğinliyiz. Değişen sadece Eğin’nin bağlı bulunduğu vilayet. Çünkü Kemaliye tarih boyunca birçok medeniyet arasında el değiştirdiği gibi çeşitli iller arasında da el değiştirilmiş. Bu yüzden hepimiz, sorulduğunda Eğinliyim deriz" diyor Ahmet Güzey. İstanbul’da yaşayan bir Kemaliyeli o.
Kemaliye’yi "7 Bölge 7 Kent" projesiyle Unesco’nun da katkılarıyla koruma altına almaya çalışıyor ÇEKÜL Vakfı. Kemaliye zamanında İpek Yolu kervanlarının güzergáhında bulunmasıyla zenginliği tatmış ve kazandıklarını İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde değerlendirmiş. Gurbette edinilen yaşam tarzı ve kültürünü de Kemaliye’ye taşınmış. Doğunun bu küçük kasabasının evlerinin unutulmuş köşelerinde Londra’dan, Paris’ten gelen pirinç karyolaların, parfüm şişelerinin bulunmasının ardındaki sır bu.
Kemaliyeli Anadolu’dan göçün acısını herkesten önce, daha Yavuz Sultan Selim zamanında çekmeye başlamış. Munzur ve Sarıçiçek Dağları’nın arasına, Fırat’ın en büyük kollarından Karasu’nun kıyısına kurulu bu kasaba ekecek tarla, hayvan otlatacak mera bulamayınca çareyi başkente gitmekte bulmuş. Yavuz Sultan yazdırmış "Eğin ve 19 pare köyüne" diye başlayan bir ferman ve İstanbul’un et kethüdalığını, yani kasaplık işini Kemaliyeliye devretmiş. Ondan sonra iş bulamayan almış başını, tutmuş başkentin yolunu, tanıdığının kapısını çalmış. Sultan 4. Murat da su ile odun-kömür kethüdalığını verince herkes gözünü dikmiş gurbete. O zamanlar İstanbul’a gelmek şimdiki gibi değil ki! Ancak çalışana izin varmış.
"Kalfa, yani yapı ustası; bakkal, yani yiyecek satan; hamal, yani yük taşıyıcı hep buraya dönerler. Çünkü uzun zamandan beri adet, Kemaliye’den bütün genç erkeklerin o sene için baş şehre gelmeleri, orada vebadan ölmeleri ve yahut zengin olarak kayalık vadilerine dönmeleridir" diye yazıyor Helmuth Von Moltke.
O günlerden geriye kalanlar bir hatıralar, bir de taş ve ahşap işçiliğinin en güzel örneğini veren ama bugün sac kaplamaların ardına saklanmak zorunda kalan üç, dört katlı Kemaliye evleri. Bir baba ve iki, hatta üç oğlunun aileleriyle bir arada yaşayabildiği, her katının kendi sokak kapısı olan evler bunlar. Nadide demir işçiliğiyle kadınların ve erkeklerin kendilerine özel kapı tokmakları bulunan Kemaliye evlerini yıllar, yağmur, rüzgár değil bakımsızlık perişan etmiş. Oysaki 230 yıldır ayakta duran, halen insanlarını barındıran evler var Kemaliye’de.
Yanı başından, artık bir baraj gölü haline gelen Fırat geçen bir kasaba Kemaliye. Aslında Fırat’ın en büyük kollarından Karasu bu ama herkes Fırat ismini bellemiş.
Kemaliye’nin dört tarafı dağlarla kaplı merkeziyle, Şatik Deresi arasında bulunan Sarıçiçek Yaylası kayalık bir yapıda olmasına rağmen, su ve ot bakımından gayet verimli. Bağdat seferi sırasında bizzat Sultan Murad tarafından yaptırılan, bugün ancak bilen gözlerin ayırdına varabildiği, Divriği - Kemaliye sınırını da oluşturan Sultan Murad Caddesi de burada, endemik ve ender bulunan bitkiler de. Kemaliye’den arıcılık, Malatya’dan peynircilik için gelen aşiretler de eksik değil.
Açıkçası Kemaliye’nin hepsi kendine özgü, birden fazla değeri var. Evleri, dağları, kanyonu, türküleri, oyunları, bitki ve hayvanlarıyla çarpıcı bir zenginlikler diyarı. Ama kasabanın asıl özelliği, konukseverlikleri, sakin tabiatlarında saklı coşkun heyecanları, şaşırtıcı hayat hikayeleriyle barındırdığı insanlar. O insanların macerasına tanık olmak hiç de zor değil; bir "merhaba"yla başlayabilir her şey. Yeter ki, Kemaliye’ye gitmeyi, onu görmeyi, tanımayı, ondan hikayeler derlemeyi istiyor olalım.
UMUT DOLU BİR MEKTUPIlısu Hasankeyf’i kurtaracak
"Baraj yapmak uzun süre, yatırım ve planlama gerektiren bir iştir. Barajlar sadece elektrik üretimi için değil, bölgedeki toprakların sulanması, topraktan geçinenlerin kazancının ve refahının artırılması için de yapılır. Temelini attığımız Ilısu Barajı da hem önemli bir hidroelektrik enerji üretimi hem de 120 bin hektar alanın sulanmasını sağlayacaktır. Başta Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illeri olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tamamının kalkınmasına katkıda bulunacak olan Ilısu Barajı ayrıca inşaat süresince çalışanlar ve aileleriyle birlikte 80 000 kişinin geçimine imkán sağlayacaktır. İnşa edilecek en büyük baraj olan Ilısu, GAP içinde çok önemli bir köşe taşıdır. Dış kredi ile inşa edilecek olan baraj için temin edilen kredinin 25 milyon EUR’luk bölümü "Hasankeyf tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması" projesi için kullanılacaktır.
Hasankeyf’in çok sayıda medeniyetin katkısıyla oluşmuş 6 000 yıllık bir tarihi bir mirası yansıtmakta olduğunu biliyoruz. Nitekim Ilısu baraj gölü altında kalacak olan bütün kültürel varlıklar ve yerleri resmi makamlar tarafından onaylanmış olan yeniden yerleşim eylem planı çerçevesinde belirlenmiştir. Bütün bu kültürel varlıklar inşaat süresince kazılarla çıkarılıp korunacaktır. Yanlış imar ve yapılaşma neticesinde Hasankeyf yok olmak üzere iken, henüz baraj inşaatına başlamadan, alanında uzman heyetler ile tarihi koruma çalışmaları başlatılmıştır.
Bir başka deyişle, Ilısu Barajı projesi Hasankeyf’teki tarihi eserlerin kurtarılmasına da vesile olacaktır. Çünkü ne yazık ki orada baraj yapılana kadar buradaki tarihi ve kültürel varlıklar kimsenin aklına gelmemiştir. Tarihi köprü yıkılmak üzere olup geriye sadece ayakları kalmıştır. Zeynel Bey Türbesi de çökme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Biz bunların hepsini kurtaracağız. Türkiye ve dünyada bu hususta uzmanlaşmış eksperler yönetiminde bu eserler Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı’na taşınacaklar ve yerleştirileceklerdir. Ilısu Projesi’nin maksimum su kotundan etkilenmeyen Hasankeyf Yukarı Şehir Alanı’nda yer alan kültürel varlıklar, bu bölgenin geliştirilmesiyle birlikte bir "Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi"nde yeniden hayat bulmaya devam edecektir.
Hasankeyf’in yüzde 80’inden fazlasının Ilısu Barajı suları altında kalmayacağını ve bu çerçevede Yukarı Şehir’de bulunan onlarca mezar, türbe, höyük, eski kalıntılar ve 4 bin 200 mağara evin barajdan etkilenmeyeceğini hatırlatmak isterim. Kültürel mirasın korunması, kurtarılması ve gelecek nesillere aktarılması DSİ Genel Müdürlüğü için her zaman çok önemli olmuştur. Enerji için tarihten vazgeçildiği şeklindeki yanlış kanı gerçeği yansıtmamaktadır. Burada enerji ile tarih arasında bir tercih yapılmamaktadır. Tarihi eserler korunarak baraj yapılacaktır.
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan da "Biz kültürel mirasın parayla ölçülemeyeceğini en iyi bilenlerdeniz. Eğer kültürel mirasınıza, kimliğinize sahip çıkmıyorsanız, hiçbir değer üretemezsiniz. Bu konuda herkesin hassasiyet göstermesi bizi sadece memnun eder" sözleri ile Hasankeyf’in tarihi ve kültürel mirasının korunması konusuna verdiği önemi göstermektedir.
Türkiye’nin artan enerji ihtiyacı ile tarih, kültürün uzlaştırılması ve ortak bir çözüm bulunması yönündeki yaklaşımını ortaya koyan Başbakanımız hiçbirini diğeri için feda edilmeyeceğini her fırsatta vurgulamaktadır.
Başta Başbakanımız ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanımız Dr. M. Hilmi Güler olmak üzere devletin bütün yetkili organları, bilimin bütün imkanlarını kullanarak Hasankeyf’i farklı bir yere taşımak suretiyle yaşatılması için her türlü desteği vermektedir.
Binyılların birikimini günümüze taşıyan paha biçilmez eserlerin hiçbir surette heba edilmeyeceğini bir kez daha kuvvetle vurgulamak isterim. DSİ’nin bu konudaki hassasiyeti bundan sonra da aynı şekilde devam edecektir."
Prof. Dr. Veysel EROĞLU, DSİ Genel Müdürü