Paylaş
Ortaköy’e son gidişimde, aklıma Kabataş Lisesi’nde okurken, Palanga yokuşunu tırmanmaya üşenip eve gitmez, ‘ekmek arasıyla’ karnımı doyurduğum günler geldi. O günkü dükkânları aradım, çoktan kapanmışlardı tabii ki. Ben de fırından yarım sıcak ekmek alıp, karşıma çıkan ilk şarküteri dükkânına daldım. Vakit geçirmeden siparişi verdim: “Birkaç dilim eski kaşar kes, bir kaç dilim de Macar salamı, dil, 50 gram kuşgönü pastırma, bir tane acur turşusu.” Sonra ekmeği ortadan ikiye kestim, dilimlerin üstüne tereyağı sürdüm. Diğer malzemeleri tezgâhtarın gülümsemeli şaşkın bakışları altında sırayla ekmeğin arasına dizdim. Acuru boylamasına ince ince dilimleyip, onları da içeriye döşedim. Sonra, yandaki manavdan aldığım domatesi doğrayıp, son katı tamamladım ve ekmeği kapattım. Şaheserimi tezgâhtara verip paket yaptırdım, sonra deniz kenarının yolunu tuttum.
Yanıma şık bir kadın geldi. Beni tanıyormuş. Suratına beni ayıplarmış gibi bir ifade takmıştı: “Kuru ekmekle karnınızı doyurmanızı yadırgadım. Siz de mi fast foddçu oldunuz?” Ağzım dolu olduğu için cevap veremedim, lokmamı yuttuğumdaysa kadın yanımdan uzaklaşmıştı.
Bir süre onun arkasından baktıktan sonra, kim bilir nasıl cevap veririm diye düşündüm! Önce ekmek arasıyla sandviçi asla karıştırmamasını söylerdim galiba. Sandviçin soylu bir isim babası olduğunu, başlangıcının aşağı yukarı tarihlenebildiğini, yüzlerce çeşit sandviç türü olduğunu, daha çok kibar masaların yiyeceği olduğunu anlattıktan sonra ekmek arasına geçerdim.
Ekmek arasının bilinen bir tarihi yoktur. Adıysa içine konan malzemeye göre değişir. Genellikle yarım ekmek içine yapılır ama ekmeğin gramajı küçüldükçe bir bütün ekmeğin arası da kullanılabilir.
Balık ekmekten kokoreçe...
Beni eleştiren kadın biraz yanımda otursaydı, ona önce fast food diye küçümsediği ekmeği anlatırdım. Ekmeğin yaşam demek olduğunu, ekmeğin yoksulluğu çağrıştırdığını tek tek anlatırdım. Ayrıca yapılışında şiddet olduğunu, çünkü yoğurmak eyleminin, şiddeti anımsattığını açıklardım. Un ve su karışımının bastırıldığını, yoğrulduğunu, yumruklandığını, yere vurulduğunu ve ezildiğini hatırlatırdım. Ekmek arasıyla karnımı doyurmamı ayıplayan kadın, ekmekçilerin pirinin Hz. Adem olduğunu biliyor muydu acaba? Adem peygamberin, açlığını giderdiği ilk yiyecek buğday çorbasıydı. Hazreti Adem daha sonra Cebrail’in öğretmesiyle buğdayı un, unu hamur, hamuru da ekmek yapmış, onu sıcak sıcak yiyip açlığını gidermişti. Onun için taze, sıcak ekmeğin insana taze can verdiğine inanılıyordu.
Ekmeğin geçmişini anlattıktan sonra, ‘ekmek arasının’ nasıl lezzetlendirileceğine geçerdim. İşe ekmek arası kokoreçle başlardım. Kıtır kıtır kızarmış kuzu kokoreçinin doğrandıktan sonra ekmeğin arasına konmasını, üstüne kırmızı biber ile kekik serpilmesi gerektiğini ballandıra ballandıra anlatırdım.Kadıncağız beni dinlemeye devam ederse, ona biraz da ‘balık ekmekten’ söz ederdim. Palamut yerine artık Norveç’ten gelen donmuş uskumruların kullanıldığını, buna rağmen ekmek arası balığın tadına doyum olamayacağını anlatırdım.
O kadın acaba, dünyanın en lezzetli yemeklerinden birinin ‘ekmek arası döner’ olduğunun farkında mıydı? Şöyle bir düşünün: Taze yarım ekmek ortadan açılmış. Dilimler, dönerin altındaki tavaya biriken yağlara banılmış. Onun içine, yaprak yaprak kesilmiş döner doldurulmuş. Üstüne kızarmış patates, biraz turşu konmuş.
“Hiç stat önlerinde ekmek arası köfte yediniz mi hanımefendi?” diye de sormak isterdim. ‘Köfte ekmeğin’ de sokak yemeklerinin simgesi olduğunu ona nasıl anlatabilirdim ki! Bu yemeğin tadına bakabilmek için önce ızgaradan yükselen kokuyu derin derin solumak gerektiğini, sonra yarım ekmeğin içine köfteleri, ızgarada pişmiş domates dilimlerini ve sivri biberleri koymak gerektiğini, kekik, tuz, kırmızıbiber serptikten sonra maç kuyruğunda ısıra ısıra yemenin keyfini anlatmak için yeterli kelimeleri bulabilir miydim acaba?
Sözün özüne gelirsek: Ekmek arası bence, yıldızlı yemeklerden aşağıya kalmayacak kadar lezzetlidir. Ekmek aranıza sahip çıkın.
Paylaş