Paylaş
Ekmekle ilgili uyarılar, büyük kentlerin obez insanlarına yapılmış olmalı. Yoksul hatta orta kesimde ekmek hâlâ beslenmenin en önemli parçası. Günde üç-dört ekmek yiyen aileler çoğunlukta. Çorbanın, tencere yemeklerinin ayrılmaz eşlikçisidir. Kebap, lavaşa sarmadan yenmez. Pidesiz ramazanın tadı tuzu olmaz. Tiride ekmek doğramazsan tiritliği mi kalır?
Bir başka unlu yiyecek: Kıymalısı, peynirlisi, kavurmalısıyla pide. Karadeniz’de mısır ekmeği olmadan karalahana çorbası düşünülemez.Birçok Anadolu evinde, kuru yufka olmayan mutfak hayal bile edilemez. Kuru yufka sihirli bir yiyecektir. Çorbaya da doğranır, böreği de yapılır, tatlısına da doyum olmaz. Sac üstünde yapılan bazlamanın eşlik ettiği kahvaltı, anlata anlata bitirilemez. Undan sadece ekmek yapılmaz. Bir de böreğe dönüşmüş hali vardır ki can dayanmaz. Çiböreği, gözlemesi, suböreği, tepsi böreği, Boşnak böreği, Kürt böreği, Sarıyer böreği, kolböreği... Kılıktan kılığa girip sofraların başköşesinde oturur hep.
Buğday, insanlığı besleyen ilk tahıldır. İlk ekmeğin, Neolitik çağda siyez buğdayından yapıldığı söylenir.
Kutsal ikili
Bir de son zamanlarda tuz meselesi çıktı. Kafalar karışık. Kimi kaya tuzunun içindeki minerallerin sağlığa faydalı olduğunu söyledi, kimi tuzun zehir, fazlasının öldürücü olabileceğini. İnsanlar iki sav arasında kaldı.
Aslında hem ekmek hem de tuz, özellikle Batı Asya ülkelerinde hep kutsal sayıldı. Priscilla Mary Işın’ın ‘Yemeğin Kültürel Tarihi’ (Yapı Kredi Yayınları) kitabına göre Mevlana ekmeğin kutsallığı hakkında şunları söyler: “Ekmek sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli bir ruh kesilir. Sofranın ortasında duran o ekmeğin can olması imkânsızdır. Fakat can, sebil suyuyla o olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir.”
Bugünün lanetlenmiş tuzu da binlerce yıldır dostluk, iyilik gibi manevi anlamlar taşıdı. Işın; tuz-ekmek ikilisinin, misafire sunulacak her yemeğin simgesi olduğunu belirtir.
Homeros’un ‘İlyada’sında, tuzlu ekmeğin adak olarak sunağa konduğu anlatılır. Doğu Avrupa ülkelerinde hâlâ eve gelen konuğa, önce ekmek ve tuz sunulur.
Ortadoğu toplumlarında birine tuz ve ekmek yediren kişi, sonuna kadar saygı ve bağlılığı hak eder. Onun için ‘tuz-ekmek hakkı’nı çiğneyen kişiye, ‘tuz-ekmek haini’ denir. Babası, genç Evliya Çelebi’ye tuz-ekmek hakkında şu öğüdü verir: “Oğul, besmelesiz yemek yeme, iki kişi söyleşirken dinleme, nân-u nemek hakkını gözet, davetsiz bir yere varma.”
Bugün lanetlenmiş sınıfta yer alan buğday, insanlığı besleyen ilk tahıldır. İlk ekmeğin, Neolitik çağda siyez buğdayından yapıldığı söylenir.
Ekmek her ne kadar kutsal bir yiyecek olsa da toplumsal katmanların ayrışmasının simgesi olmaktan da kurtulamamıştır. Örneğin bugünün aksine o dönemde aşağı tabakadan halk kepekli, arpa, buğday ekmeği yerken, varlıklı kesim öğütülmüş, elekten geçirilerek kepeği alınmış undan yapılan ekmekleri yerdi.
Esmer unlu, ekşi mayalı
Ben ekmeği çok severim. Ekmeksiz bir yaşamı aklımın ucundan beri geçirmem. İkinci kutsal yiyecek tuzla aram pek iyi değildir. Ama bazı yiyecekleri onsuz yiyemem. Örneğin domatesi, salatalığı, yumurtayı, piyazı.
Ekmeğin esmer unlusu, ekşi mayalısı ve kalın kabuklusu makbulümdür. Kızartılmış, tıkır tıkır olmuş ekmeği sevmem çünkü yemeğin suyunu emmez.
Ortaokul-lise çağlarında öğle yemeklerini, yarım ekmek arası sandviçlerle geçirdiğim için, o günler aklımdan hiç çıkmaz. Arada bir fırından aldığım sıcak ekmeğin içine salam, sucuk, kaşar peyniri, turşu koydurup bir güzel karnımı doyururum.
Sıcak ekmeğin içine yağlı pastırma koyup biraz bekledikten sonra yemeyi de çok severim. Pastırmanın eriyen yağıyla lezzetlenen ekmeğin tadı aklımı başımdan alır. Bir de Fransızların baget ekmeğiyle yapılmış, bol jambonlu ve brie peynirli sandviçe bayılırım. Hele yanında bir bardak iyi şarap da varsa Michelin yıldızlı lokantada yiyeceklerime değişmem. Ramazan pidesinin ise yeri ayrıdır. Fırından aldığım pideyi tırtıklamak en büyük keyfimdir.
Anlayacağınız, ekmek karşıtlarına karşı çıkan fanatik bir ekmek yanlısıyım. Ekmek zararlı olsaydı, insanlıktan eser kalmazdı.
Paylaş