Bu kez epey uzaklarda gezindim durdum. Nepal'in başkenti Katmandu'dan dünyayı kuşbakışı seyrettim. Bu haftadan itibaren bu uzun yolculukta başımdan geçenleri, yol anılarımı, gördüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi, şaşkınlıklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Hindistan'a doğru uçuyordum. Ama hedefimde Hindistan yoktu. Yeni Delhi'de bir gün kalıp oradan ‘Dünyanın Damı'na’, Nepal'e geçecektim. İlk durağım Katmandu olacaktı. Gençlik yıllarımın aşk ve barış kenti Katmandu... Davetli olduğum için, Gulf Air'in ‘First Class’ında uçuyordum. Neredeyse iki kişinin sığacağı bu geniş koltuklarla uçmak için, bir servet ödendiğinin farkındaydım. Benim için az bulunur bir fırsattı. Kendi olanaklarımla gitmeye kalksam, ‘Ekonomi Class'ta’, ayaklarımı uzatacak yer bulamamanın sıkıntısı içinde, elimdeki kitabı anlamadan okumaya çalışacaktım. Anlamayacaktım çünkü, aklım iki koltuk arasına sıkışan bacaklarımda olacaktı. Bir de uzun uçuşlar sonucu hareketsizlikten bacak damarlarında oluşan pıhtılarla yaşamlarını kaybeden yolcuları düşünecektim... Kanım pıhtılaşmasın diye ikide bir yerimden kalkacak, koridorda bir aşağı bir yukarı yürüdükten sonra tekrar yerime oturacaktım. Okuduğum sayfayı al baştan yapacaktım. Tüm bunların aynen böyle gerçekleşeceğini biliyordum. Çünkü uzun uçuşlarımda aynı huzursuzluğu o kadar çok yaşamıştım ki...
KATMANDU OTOBÜSÜ
Ama şimdi her şey bambaşkaydı. Geniş bir koltuğu yatar hale getirmiş, ikram edilen nefis kırmızı şarabı yudumlayarak, geçmiş günleri hayal ediyordum...19-20 yaşlarındaydım. Üniversite çıkışı soluğu, Hippi Yener'in Sultanahmet'teki ‘Pudding Shop’un da alıyordum. Niyetim oraya gelen turist kızlardan birini kapmaktı. Ama İngilizcem berbat olduğu için, bu niyetimi bir türlü gerçekleştiremiyordum. İşte Katmandu'nun adını bu gidiş gelişlerde öğrenmiştim. Pudding Shop'un duvarında asılı olan el yazısı bir ilanda, Sultanahmet'ten kalkan Katmandu otobüsüne yolcu arandığını yazıyordu. Çevrede konuşulanlardan duyduğuma göre Katmandu, aşkın, barışın ve esrarın merkeziydi.
Esrarla işim yoktu. Bana işin aşk kısmı cazip gelmişti. Eve döndüğümde haritayı açıp, uzun uzun Katmandu'yu aramıştım. Bulduğumda da uzaklığı karşısında şaşırıp kalmıştım. Kanı fıkır fıkır kaynayan bir genç olmama rağmen, o kadar yolu kat etmeyi göze alamamıştım.
30 yıl sonra, biraz gecikmeli olsa da bir uçağın geniş bir koltuğunda, elimde kırmızı şarap kadehi, Katmandu'ya doğru yol alıyordum. Ama ne ben de hippilik kalmıştı ne de çiçek çiçek boyanmış Katmandu otobüsleri... Geç kalmış bir yolculuk olduğunun farkındaydım.
Uçak Bahreyn'e doğru inişe geçerken ben de gençlik anılarımdan sıyrılıp, şimdiki zamana döndüm. Pilotun anonsundan anladığıma göre kentte 32 derece sıcaklık vardı. Ama beni ilgilendirmiyordu. Transit yolcuydum ve dört saat havaalanında kalacaktım.
MİTOLOJİ VE GERÇEK
Önce bacaklarım açılsın diye havaalanını baştan sona yürüdüm. Daha sonra tempomu düşürüp vitrinleri inceledim. Vitrinler bitince dükkanların içine girip, detay çalışmalarına başladım. Şarap markalarına göz attım, parfümleri kokladım, sonra insanlara baktım: Tenlerde koyu renk hakimdi. Doğdukları günden beri kesmedikleri saçlarını, renkli sarıklarının altında toplayan Sihler çoğunluktaydı.
Sıkılıp ikinci kattaki bara çıktım. Ramazan’da Bahreyn'de içki satılacağını hiç ummuyordum. Kötü bir Portekiz şarabı içtikten sonra, bir Bahreyn Dinarı’nın 3 dolar ettiğini öğrenip, şaşırdım. Karşımdaki dev televizyon ekranında Madonna'yı seyrettim. Onun, orospu rolünü en iyi kıvıran kadın sanatçı olduğuna karar verdim. Yeni Delhi uçağının anonsunu duyduğumda, sıkıntıdan patlayacak bir hale gelmiştim.
Yine ‘First Class’ta uçuyordum. Geniş koltuğumu yatar hale getirip, yanımda getirdiğim Hermann Keyserling'in ‘Bir Filozofun Gezi Günlüğü’ adlı kitabından, Hindistan'la ilgili bölümleri okumaya başladım. Yeni Delhi'de bir gün kalacaktım ve bu süre koca Hindistan'ı anlamaya yetmeyecekti. Onun için Estonya asıllı filozofun gözlemlerine başvuruyordum. Keyserling'in Hindistan ile ilgili saptamalarından bazıları şöyleydi:
‘Hintliler tarih adına hiçbir şey bilmiyorlar ve tarihi gerçeklere ulaşmak için her hangi bir kurumları da yok. Mitoloji ile gerçeklik, onların gözünde aynı şey. Ve böylece efsane, gerçeklik olarak değerlendiriliyor ve gerçeklik de efsaneye dönüşüyor. Bu her zaman büyük bir doğallıkla oluyor...’
‘Hindular kurguyla doğru, rüyayla gerçeklik, hayalle hakikat arasında kesin bir ayırım yapmıyorlar. Bu nedenle de onların saptamalarına güvenmek olanaksız. Bilimleri kesinlikten uzak ve gözlemleri açıklıktan yoksun...’
Hostesin dürtüklemesiyle uyandım. Yere düşen kitabı aldım. Koltuğu düzelttim. Pencereden, yavaş yavaş uyanmakta olan Yeni Delhi'yi seyretmeye başladım. İstanbul'dan akşamüstü yola çıkmıştım. Uzun uçuşlar, bekleyişler ve 3 saat 15 dakika saat farkını da ekleyince sabahı etmiştim. Beni havaalanında birisinin karşılayıp, otele götüreceği söylenmişti. Bavulumu alıp dışarı çıktım. Kalabalıkların arasında adımın yazılı olduğu tabelayı aradım. Ürkek, kılıksız, sakalı uzamış, buruşuk pantolonlu, ayaklarında yırtık sandaletler bulunan birisinin elindeki buruşuk kağıtta, kargacık burgacık harflerle yazılmış adımı gördüm. Selam verip, beklediği adamın ben olduğunu söyledim.
Karşılayıcımın arabası da kendisi gibi dökülüyordu. Yeni Delhi'de önce trafiğe şaşırdım. Yüzlerce motosiklet, motodolmuş, kamyon, otobüsün arasından ilerlemeye çalışıyorduk. Herkes birbirine klakson çalıyordu. Her an birisine çarpabilirdik. Onun için sürekli olarak hayali bir frene basıyordum. Ürkmüş bir vaziyette etrafı seyrederken birden kutsal inekleri gördüm. Her yerdeydiler. Dükkanın önünde, kaldırımın üstünde veya caddenin tam ortasında tasasız ve telaşsız yatıyorlardı. Trafik, insanlar, kalabalıklar, korna sesleri onları pek ilgilendirmiyordu. Kutsallıktan kaynaklanan dokunulmazlıklarının tadını çıkartıyorlardı.
HIZLI ROTA
İngilizce bilmeyen şoförüme işaretlerle beklemesini söyleyip odama çıktım. Bavulumu bıraktım. Elimi yüzümü yıkayıp hemen aşağı indim. Amacım hava kararıncaya kadar mümkün olduğunca çok yer görmekti.
Hindistan'ı iyi bilen bir dostumun çizdiği ‘Hızlı Rota’yı izliyordum. Kentin detaylarına inmek niyetinde değildim. O detayların arasında boğulacağımı biliyordum... Önce Yamuna Irmağı'nın kıyısına indim. Çiçekli bahçelerdeki ulusal önderlerin anıtlarına baktım. Daha sonra Hint üslubu ve İslam motiflerinin karışımı ile süslenmiş Kutb Minare ve Kuvvet'ül İslam camilerine gittim. Ağaçların arasında uçuşan yüzlerce yeşil papağanın çığlığı eşliğinde, erken Peştu üslubunun en güzel örneklerini seyrettim. Sonra Bahai inanışının, açmamış nilüfer çiçeği görünümündeki dev mabedini ziyaret ettim. Gün akşam olurken kendimi bir Hindu tapınağında buldum. Cinsiyetlerini kestiremediğim tanrı heykellerinin karşısında, Hinduizmin ipuçlarını yakalamaya çalıştım.
Koca Hindistan'ın koca kentlerinden biri olan Yeni Delhi'yi kavramak için sarf ettiğim çaba beni epey yormuştu. Tabii ki bir günlük hızlı bir turla bu muazzam kültürü, kenti çözmek, anlamak olanaksızdı. Otele döndüm. Ertesi gün başlayacak Katmandu yolculuğu için erkenden yatağa girdim.
Haftaya bir zamanlar hippilerin cenneti olan Katmandu'nun bugünkü halini anlatmaya çalışacağım.
VİZE 40 DOLAR
Bir çok ülke gibi Hindistan'da Türk ziyaretçilerden vize istiyor. Vize alabilmek için iki adet fotoğraf, pasaportun aslı ve fotokopisi, 40 dolar ücret ve başvuru formunu doldurmak gerekiyor. Konsolosluk çalışanları güler yüzlü ve sorunları çözme gayretinde olan iyi niyetli kişiler. Başvuru haftanın 5 günü 9.30-12.30 arasında kabul ediliyor. Genellikle başvurunun ertesi günü vize veriliyor. Adres: Cumhuriyet Cad. No:18 Elmadağ/İstanbul Tel: (212) 296 2131-32
Hindistan'ın acısı terletiyor
Hindistan'da yediğim yemeklerin lezzetlerinin, gerek Türkiye'de gerekse Amerika'da yediğim Hint yemeklerinin lezzetlerine hiç benzemediğini gördüm. Hint yemekleri, sunuldukları ülkenin damak zevkine göre lezzet değişikliklerine uğratılmışlardı. Örneğin Amerika'da garson, yemeğinizi ne kadar acı istediğinizi genellikle sorar. Hindistan'da ise yemeklerin hemen hemen tümü acı. Bu acı öyle sıradan bir acı da değil. Benim gibi bol acı yemekle övünen birisini bile terletecek düzeyde.
Hint yemekleri için, dünyanın en girift yemekleri tanımı kullanmak yanlış olmaz. Her eyaletin ayrı bir mutfağı var. Bu mutfakların karışımı, Hint mutfağını oluşturuyor. Hint mutfağının diğer önemli özelliği de bol baharat kullanılması. Baharat sadece acı biberle sınırlı değil. Biberden sonra en çok kullanılan baharatların başında safran geliyor. Zerdaçal, zencefil, kişniş, kakule, kimyon, karanfil ve karabiber de yemeklerin vazgeçilmez baharatları arasında yer alıyor. Hint mutfağında kırmızı et kullanılmıyor. Onun için tavuk baş köşeyi işgal ediyor. Ayrıca baklagiller de Hint mutfağının gözdeleri. Mercimek, pirinç ve buğday üçlüsüyle yapılan ve ‘Dal’ adı verilen yemek, sofraların en rağbet gören gıdası. Diğer bir vazgeçilmez de, Basmati pirinciyle buharda pişirilen safranlı pilav. Hint mutfağında benim favorim ekmekler. Bizim pideyi andıran, içine sebze ve patates konan ekmekler başlı başına birer lezzet harikası.