Paylaş
Erivan yolculuğunu bugüne kadar aklımın ucundan bile geçirmediğim için Hrant Dink Vakfı’nın daveti oldukça heyecanlandırmıştı beni. Erivan’la tanışmam, öğle vakti gerçekleşti. Güneşli, yazdan kalma bir gündü ve ben Erivan’ı hiç hayal etmemiştim. “Yoksul bir kent olabilir” diye aklımın ucunda düşünce kırıntıları vardı, o kadar.
Otelim Erivan’ın kalbindeydi ve kent zengin görüntüler sunuyordu: Meydanlar, heykeller, Paris benzeri kaldırım kahveleri, lüks lokantalar, barlar, şık mağazalar, büyük oteller, lüksün simgesi cipler, her markadan arabalar... Genç kadınlar çok güzeldi. Erkekler ise tıpkı bize benziyordu. ‘Hık’ demiş birbirimizin burnundan düşmüşüz sanki. Soranlara Türk olduğumu söyleyip söylememe konusunda tereddüt etmiştim ama gördüm ki kimse Türk olduğum için öfkelenmedi bana. Aksine güleryüzlü ve nazik yaklaşıyordu herkes.
Meydanlar ve heykeller kenti Erivan, kafeleri, restoranlarıyla cıvıl cıvıl, modern bir kent. Ermeni mimarisinin en güzel örneklerini görebileceğiniz başkentte Büyük ve Küçük Ağrı Dağı’nın muhteşem görüntüsünün seyrine ise doyum olmuyor.
ERİVAN’IN BÜYÜLÜ GÖRÜNTÜSÜ AĞRI DAĞI
Merkezin tam ortasında Cumhuriyet Meydanı yer alıyor. Meydanın çevresini Ermeni mimarisinin en güzel örnekleri süslemiş. Ortadaki büyük havuzun etrafı akşam olunca şenlik yerine dönüşüyor. Çünkü havuzun fıskiyelerinden fışkıran sular, çalan müzikle dans ediyorlar.
Tıpkı İstanbul ve Roma gibi yedi tepeli olan Erivan, meydanlar ve heykeller kenti aynı zamanda. Bu meydanlardan en önemlisi de, Fernando Botero’nun şişman kadın heykellerinin sergilendiği Cascade Meydanı. Meydanın ucundan yükselen binadaki sanat galerileri ilginç eserler sergiliyor.
Erivan’ın en çarpıcı görüntüsü ise ayan beyan görülen Büyük ve Küçük Ağrı Dağı. Kilometrelerce uzaktaki bu dağlar, sanki biraz ötedeymiş gibi görünüyor. Ermeniler Ağrı Dağı’na adeta tapıyor. Zaten kentin simgesi olan Kılıçlı Aslan’ın göğsünde, Ağrı Dağı’nın görüntüsü yer alıyor.
İki yüce dağ, özellikle güneş batarken büyülü bir görüntüye bürünüyor. Kızıl bulutlar, beyaz zirveyle sarmaş dolaş oluyor, dağın heybetli gövdesi siyaha kaçan mor rengine boyanıyor. Eteklerinde ise turuncu yansımalar oynaşıyor. Ağrı Dağı’nı ilk kez bu kadar güzel, bu kadar yakın ve bu kadar net gördüm.
Ermeni kebabı
KIRSAL YOKSUL AMA DAHA GÜZEL
Erivan’da çok keyifli üç gün geçirdikten sonra kırsal kesime doğru yelken açtım. Başkentten uzaklaştıkça Ermenistan hem daha da güzelleşti hem de fakir yüzünü göstermeye başladı. Yol, arada bir koyun sürüleri tarafından kesildi. Koyun sürüsü dediğim say say bitmez cinsten.
Kırsaldaki ilk durağım Areni oldu. Burada düzenlenen şarap festivalini izledim. Festival alanına giden yolun iki yanında sıralanmış olan seyyar tezgâhlarda, herkes evinde yaptığı ürünleri sergiliyordu: Pet şişeler içinde şaraplar, votkalar, turşular, peynirler... Şarapları ve votkaları tada tada yoluma devam ettim. Ev yapımı şarapları pek beğenmedim. Ama dutttan yapılan votkalar lezzetliydi. Votkadan daha çok İtalyanların ‘Grappası’nı andırıyor. Oldukça yüksek alkollü olduğu daha ilk yudumda anlaşılıyor.
DÜNYANIN EN UZUN TELEFERİĞİ
Ertesi sabah uzunca bir yolculuktan sonra Holidzor’da dünyanın en uzun teleferiğine bindim. 5735 metre uzunluğundaki bu teleferik, vadileri, tepeleri aşıp Tatev kentine varıyor. Aşağıdaki vahşi manzara insanın yüreğini hoplatıyor. Yaylalardaki küçük köyler, derelerin aktığı derin kanyonlar, sivri zirveli dağlar, ormanların içinden kıvrılan dar patikalar, gökyüzünde süzülen kuşlar, tel üstündeki uzun yolculuğu güzelleştiren görüntülerdi.
Tatev’de tarihi manastırı gezdim. Ayin vardı, bir köşede sessiz sedasız oturdum. Pencerelerden süzülen huzmeleri kutsal ışığa benzettim.
Dönüşte koyun sürüleri yine yolumuzu kesti. Uykum gelir diye kaç tane olduklarını saymadım!..
Bir sonraki gün, Ermenistan’ın en yeşil kenti Diljan’a gittim. Dere tepe ağaçlarla kaplıydı. Kavaklar şimdiden sararmış, meşelerin yaprakları da kızarmaya başlamıştı. Bir ay sonra bu ormanlar renk cümbüşüne döner diye düşündüm.
Diljan dönüşü ülkenin en büyük gölü Sevan’da mola verdik. Sevan, ‘Kara Van’ demekmiş. Van Gölü’ne benzediği için bu isim konmuş.
Son günün akşamında The Club adlı restoranda, şef Anahit Sargisyan’ın lezzetli yemeklerini yedim. Ayrıca restoranın müdürü olan İstanbul göçmeni Boghos Yeghiyazar’ın aryalarını dinledim. Ermenistan gezisine Puşkin Caddesi’ndeki Malkas Jazz Club’da dinlediğim enfes müziklerle noktayı koydum.
Paylaş