Yaylalar, cennet koylar, lezzetli yemekler derken nefes nefese kaldım. Onun için bu hafta nöbeti ATLAS Dergisi'ne devrediyorum. Türkiye'nin en güzel dergisinde bu ay yine birbirinden ilginç konular var.
Bunlardan biri de yıllar boyu uygarlıkların paylaşamadığı, Anadolu'nun bağımsızlık savaşının ilk adımlarının atıldığı Ardahan. Bu bakir toprakların öyküsünü Tevfik Taş'ın kaleminden okuyacaksınız.
Bedenleri bugün bile güvenlik duygusu verecek denli güçlü görünen Ardahan Kalesi'nin yanı başında, taş evlerin oluşturduğu Halil Efendi ve Kale mahalleleri kentin tarihi çekirdeği. Ancak zamanla kent, çekirdeğini bırakıp Kura Nehri'nin öte yakasında serpilmiş. Türkçe tarihi kaynaklarda adı Kür diye geçen nehre bugün Kura deniyor. Yıkık dökük de olsa tarihi evlerin kimisi burada ve Alabalık Deresi'nin kenarında hálá yaşıyor. Ama semtteki evlerin çoğu, mimarisiz basit taş yapılar; yoksul ve toprak damlı.
Osmanlı'nın Rusya sınırındaki üç sancağı Ardahan, Kars ve Batum birçok bakımdan kader ortağıdır ve ‘Elviye-i Selase’ diye geçer tarihe. ‘Ardahan’ ve ‘tarih’ sözcüklerinin yan yana geldiği hemen her yerde duyulabilecek ikinci cümle ‘93 Osmanlı-Rus Harbi’ olacaktır. Öteki bütün uygarlıklar, bütün seferler ve savaşlar unutulmuştur. Tarih, bu savaşla başlar ve yine bu savaşın sonuçlarıyla da sona erer.
Hicri takvime göre yıl 1293 olduğu için, çoğunlukla ‘93 Harbi’ denilen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda Ardahan, savaş tazminatı olarak Rus İmparatorluğu'na bırakılmış. Tam kırk üç yıl. Ruslar, Ermeni Taşnaklar, Gürcüler... Direklere çekilen ve indirilen farklı bayraklar. Karşılıklı kıyımlar, göçler, gidip dönenler, gidip dönmeyenler.
Kura Nehri'nin iki yakasını birbirine bağlayan demir köprünün ucundan başlayan Atatürk Caddesi, Ardahan tarihinin hem bu kasvetli yanını gösteren yerlerden biridir, hem de kentin gelişim planını kavramak bakımından önemlidir. Ruslar, burada kalıcı olacaklarını düşündüklerinden olacak, Atatürk Caddesi'ndeki karşılıklı yapılmış tek katlı taş dükkánlar o dönemden kalma. Bu yapılar, insana Rus sınırında, oranın yapı kültürünü yansıtan bir kasabada olduğunu duyumsatıyor.
IŞIK YATAĞI POSOF
Kış aylarının yazdan çaldığı, Ardahan'ın iklim bakımından en şanslı ilçesi Posof. Şimdi, gökte delişmen bahar mavisi, yerde toprak içten içe cıvıldıyor. Posof, bir kasaba değil, rengárenk bir vadidir, ışık yatağıdır. Gürcülere, Selçuklulara ve Osmanlı'ya korumalık etmiş Kol Kalesi'yle aynı adı taşıyan Kol Köyü’nün yanında doğan Posof Çayı, Gürcistan'ı geçip Hazar Denizi'ne giderken, bölgeyi yıkayıp arındırıyor, vadileri ışıtıyor.
Özlem Özyurt ‘Arıcılık buranın tarihinde bakırcılık, bıçakçılık gibi başka zanaatlar kadar yer tutar. Bugün saf Kafkas arı ırkının mekánı olarak yine Posof seçildi. Çünkü doğa hem korunaklı hem de çok zengin’ diyor. Ardahan bir zamanlar, başka illerin karşısında övünecek denli büyük ormanlara sahipmiş. Dahası bütün Kars Havzası böyle. Bölge hakkında izlenimler yazan Türk Hukukçu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ormanı yağmalayanların işgalcilerden de aşağı olduğunu sezdiren, bir yaşlının şu sözlerini aktarıyor: ‘Moskof gelince ‘Herkese yakacağı odunu ben vereceğim. Ormandan keseni öldürürüm’ diye emir çıkarmış. Kırk yıl içinde eski ormanlar büyüdü. Fakat biz yine kaçak kesip duruyoruz. Ormanlarımız neredeyse bitecek.’ Ormanların böyle savunmasız olması mı, mülkiyet hırsı olanları cesaretlendiriyor acaba, bilmiyorum. Ama, Posof civarındaki ormanlar da dur durak bilmeden yağmalanmış.
Posof'tan yola çıkıp Ilgar Dağı'nı aşınca orman bitiyor. Damal'ın düz çayırları başlıyor, ağaçsız yamaçlar; geleneksel giysileriyle bezedikleri bebekleri kadar saf, çocuksu insanların toprağı başlıyor. Evliya Çelebi, eski adını ‘Bortekerek’ diye yazıyor buranın; Feridun Ababay, Kuzeydoğu Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı çalışmasında ‘Pertekrek’ diye. Damal ilçesi, neredeyse bütün köyleriyle Alevi inancına bağlı. Ardahan da bu özelliğiyle biliniyor. Onların da, Alevi inancından aldıkları yaşama tarzıyla övünmedikleri söylenemez. Ama, bence bundan çok, burayı diğer yerlerden ayıran, giyimi kuşamı ve bütün bunu dünyanın çeşitli yerlerinde temsil eden bebekleridir.
DAMAL'IN BEBEKLERİ
Damal'da bebek imal edilmiyor. Bebekler giydiriliyor. Damal bebekleri denildiğinde akla gelen ilk isim Fidan Atmaca oluyor. Burada doğup büyüyen Atmaca, çocukluğunda tahta parçalarını giydirerek kendi bebeklerini yapıyormuş. Gün gelmiş yerel giyim söz konusu olunca, herkes Fidan Hanım'dan yardım istemeye başlamış; genç kızların çeyizleri, tören giysileri için...
Derken, Atmaca'nın aklına otuz yıl sonra yeniden kendi yaptığı bebekleri giydirmek gelmiş. Tanımadığı bir adam 1990 yılında, bebeğini satmasını istemiş. O da satmış. Bebek, İzmir'de katıldığı bir yarışmada birincilik almış. Aynı bebek 1996'da Japonya'daki bir yarışmada da el emeği kategorisinde birinci olmuş. Ancak, Fidan Atmaca'nın bütün bunlardan hiç haberi olmamış.
Evliya Çelebi, Hanak ilçesinin eski adı ‘Haçerek’ diyor; Ababay ise ‘Haçrek’. İlçe olmadan önceki adıysa Orta Hanak. Buranın coğrafyasını, asıl olarak Cin Dağı'nın doğusundaki Karakale'den bakınca seviyor insan. Hanak Çayı, Komer köyünde doğuyor ve Cot Suyu'yla birleşinceye dek daracık yeşil vadilerden geçiyor. Zamanı olan, Vel Köyü’nü güneye doğru aşıp bir de Sevimli Kalesi'nden bakmalı Hanak'a. Aşağıda, akarsu bir yarımada çiziyor. İnsan bir kayanın ucunda hem yalnız, hem güvenli bakıyor.
BÜYÜLÜ ÇILDIR GÖLÜ
Çıldır'a gitmek için ara yollar var. Ama bir ilçeden ötekine araç bulmak her zaman olanaklı değil. Olanlar da bazen gitmeyebiliyor. Kimi kaynaklarda adı Zurzuna'dır Çıldır'ın. Bulutlar güneşin kaynağını açtığında su boyları, çayırlar içten içe buğulanıyor. Çıldır bir eyalet adıdır geçmişte, büyük ve kapsayıcıdır; en önemli merkezi Ahıska'dır. Ama bugün küçük, elden ayaktan düşmüş bir kasaba.
Elbette bütün bu meşakkatin en görkemli ödülü, Van Gölü'nden sonra, doğunun en büyük ve büyülüsü Çıldır Gölü'dür. Ortasında 2 bin 200 metrekarelik bir ada kent var. Akçakale Adası'nda eski çağlarda kimlerin yaşadığı iyi bilinmiyor. Bugün çeşitli kuş türlerinin yavrulayıp gittiği bir arkeolojik sit alanı. Su, etrafında yaşayan insanları etkiliyor. Çıldır, Ardahan coğrafyasının son derece sarp, yoksunluklarla dolu bir yeri. Ama bu suyun kenarında yaşayanlarda tuhaf, uhrevi bir enginlik var. Dönerken, Ardahan'ın akarsular, platolar ve kanyonlar bölgesi olduğunu ve bu yanının neredeyse keşfedilmediğini düşündüm.
Ardahan'dan ayrılmadan bir gün önce, Ramazan Tabyası'ndan son kez baktım huş ağaçlarından sonra derinleşen Ardahan ormanına. Son kez baktım Kura Nehri'nin zor baharı söyleyen renklerine.
ATLAS'TA BU AY
MEVSİMLİK HAYATLAR
En fazla iki ay kalabiliyorlar kendi köylerinde kendi topraklarında. Evlerini sırtlanıp, yılın on ayı iş peşinde koşuyorlar. Giresun'da, Ordu'da fındık; Çukurova'da, Ege'de pamuk topluyorlar. Niğde'de fasulyeyi, Konya'da pancarı diriltiyorlar. Ekiyor, suluyor, çapalıyor, hasadını yapıyorlar. Atlas, Anadolu'nun verimli topraklarına konup göçen mevsimlik tarım işçilerinin kaderine tanık oldu...
İRAN ZORHANELERİ
Zerdüştilikten günümüze binlerce yıllık bir gelenek. İyiliğe, cömertliğe, kahramanlığa açılan kapı. Ak saçlı dedelerin de, civanmert gençlerin de katıldığı bir kuvvet ve saygı gösterisi. Mürşidin zarbı ve ilahileri eşliğinde yapılan zor bir spor. İran'daki zorhaneler, tasavvufi inançlarla sporu kaynaştırıyor, katılanların ruhen ve bedenen gelişmelerinin, kendi nefislerini terbiye etmelerinin önünü açıyor. Atlas son sayısında zorhaneleri anlattı.
BURDUR GÖLLER HAVZASI
Güneybatı Anadolu'da dağların kuşattığı; suların, kuşların birbirine kavuşup kucaklaştığı bir havza. Derin göllerindeki tuzun beyaza boyadığı tarlalar haşhaş, anason ve kokusuz güllerle bezeli. Dünyanın dikkuyruk popülasyonunun yarısından fazlasını kendine çeken Burdur Göller Havzası'nda doğa da, insanlar da hayatı kendi içlerinde paylaşarak sürdürüyor. Birbirinden güzel fotoğraflarla havzanın öyküsü.
BEDEN
Ben bir bedenim. Benim bir bedenim var. Ve benim, başkasının gördüğü bir imge bedenim var. Avrupa'da, Türkiye'de, spor salonunda, Afrika'da, Sibirya'da, Ortaçağ'da, Lara Croft'ta, Amazon'da beden. Atlas son sayısında bu ilginç konuya yer veriyor.
Herkes düzgün, az çok kaslı bir bedene sahip olmak ister. Ama modern kültür bizi ‘mükemmel’ bir tipe, tüketime daha yatkın olmamızı sağlayacak bir ‘ideal’e benzemeye çağırıyor. İnsanoğlunun hayatına geçtiğimiz yüzyıl giren beden fantezisi, kadınlara ‘ince’, erkeklere ‘kaslı’ olmalarını öğütlüyor. Nedeni, nasılı Atlas'ın son sayısında.