Yürek ne kadar büyük olursa olsun!

TÜRKİYE Futbol Milli Takımı’nın, Avrupa Kupası’ndan elenmesinden sonra ve maçlar boyunca yapılan yorumlara bakıyorum ve doğrusunu isterseniz anlamakta güçlük çekiyorum.

En çok da "yürekleriyle oynadılar" yorumuna takmış durumdayım.

Profesyonel futbol, sadece futbol değil.

Sokak aralarında maç yaparken belki yüreklerimizle oynayabiliriz ama büyük bir endüstriye dönüşmüş, dünyanın önde gelen eğlence sektörlerinden birini yaratmış bir "oyun" sadece yürekle oynanmaz.

Böyle yorumlar, her şeyden önce emeğe saygısızlık kabul edilmeli.

Fatih Terim’i şu ya da bu özelliği nedeniyle eleştirmek mümkün! Ancak yönettiği takımları son derece iyi çalıştırdığını kimse reddedemez.

Sadece Milli Takım’da değil, Galatasaray’da ve ondan önceki kulüp deneyimlerinde bunu gördük.

Milli Takım 90 dakika ayakta kalabiliyor. 120 dakika oynadığı maçın sonunda da bir otuz dakika daha oynayabilecek güçte olduğu çıplak gözle bile görülebiliyordu.

Bu da yürekle değil, çalışmakla olur. Antrenmanda dalga geçmemekle, doğru çalışma programı uygulamakla olur.

"Yürekleriyle oynadılar" sözü bu temel gerçeği ihmal ediyor.

Kim bilir belki de sadece çalışarak bir yerlere gelinemeyeceğine olan inancımızdan kaynaklanıyordur bu durum.

Etrafınıza bakın, konuşulanlara kulak kabartın.

Bir yerde bir kişi çalışarak başarılı olduysa, mutlaka bu başarısının gerisinde başka bir neden arama alışkanlığımız var. Kimi zaman bir "torpil", kimi zaman "şansı yaver gitti", kimi zaman da "kim bilir ne dümenler çevirdi" gerekçesini buluyoruz.

Bütün bunlar, hayatın her alanındaki temel gerçeği unutturuyor: Çalışmadan, hiçbir yere varamazsınız!

Ve profesyonel futbolda da en temel gerçek budur: Milli Takım başarılı oldu, çünkü bu sonuca ulaşabilmek için çok çalıştılar!

İşe yaramayacak bir ’tatil’

GEÇTİĞİMİZ hafta sonunda Financial Times gazetesinde bir kadın yazar tarafından yazılmış bir makale okudum.

Bu cumartesi günü bu konuyu sizlerle de paylaşayım diye düşündüm. Yazar, belli ki kendi evliliğinde bazı sorunlar yaşıyor. Ve tehlikeye girmiş evlilikleri kurtarmak için önerdiği çözüm de şu: Yedi yılda bir eşler birbirlerine 1 sene izin versinler! Bu 1 sene boyunca birbirlerini görmeyecekleri gibi, birbirlerine herhangi bir konuda hesap da vermesinler!

Bende çalakalem yazılmış, ötesi berisi düşünülmemiş bir makale izlenimi bıraktı ama İngiltere’nin en ciddi gazetesinde yayımlanmaya değer bulunduğuna göre ortak bir soruna işaret ediyor olmalı.

Bu süre içinde çocuklara kimin bakacağı, bu durumun onlara nasıl açıklanacağı gibi konuları geçiyorum. Çünkü yazar da zaten bu içinden çıkılamayacak meseleye girmemeyi tercih etmiş.

İddiası şu: Sorunlu evliliklerde çiftler biraz nefes alma olanağı bulurlarsa, evlilik birlikteliğinin getirdiği zorlukları daha kolay aşabilirler.

Evlilik kurumu içinde aşkın zamanla öldüğü genel kabul gören bir gerçek. Ama genellemelerden hoşlanmam. Bu herkes için doğru olmayabilir. Yıllarca süren evliliklerde, bazı çiftlerin giderek birbirlerine daha çok bağlandıkları da bilinen bir gerçek çünkü!

Kişisel görüşüm, böyle 1 yıllık tatillerin zaten çatırdayan bir birlikteliği korumak yerine çözülmeyi hızlandıracağı yolunda.

Sorun, evlilik süresince sevgiyi yeniden üretmeyi başaramamış olmakla ilgili. Giderek azalan özen, kişiliklerin zaman içinde farklı yönlerde gelişmesi, yaş dönümü gibi birçok faktör buna yol açıyor.

Ve bunu kurtarabilmek için böyle suni teneffüslerin işe yarayacağını sanmıyorum.

Ne dersiniz, eşinizle bu konuyu tartışmaya ve bu cumartesi gününü zehir etmeye hazır mısınız?

Bunlarda galiba hiç akıl yok

DÜN sabahın erken saatlerinde pazar günü oynanacak final maçı için Viyana’ya geldim.

Hesabımda finalde bizim takımı seyretmek vardı ama kısmet "iki Fenerlinin", Löw ile Aragones’in kapışmasını izlemekmiş!

Otele çantamı bıraktıktan sonra Şehir Parkı’nda bir yürüyüşe çıktım.

Asırlık ağaçların altında oturanlar, çimlere yayılıp güneşin tadını çıkaranlar, kan ter içinde koşuşturanlar arasında kentlerimizin merkezlerini nasıl bir beton yığınına çevirdiğimizi düşündüm.

Hiçbir kentimizin orta yerinde böyle bir park yok, olanları da (Ankara’daki Kuğulu Park ve Gençlik Parkı gibi) kuşa çevirdik.

Viyana Şehir Parkı’nın çevresindeki binalara ve etraftaki mağazalardan taşan zenginliğe bakacak olursak, bu bölgede arsa fiyatları İstanbul’un merkezi yerlerindeki arsaların fiyatlarını en az ona katlamış olmalı.

Viyana Belediyesi’nin burayı kat karşılığı bir müteahhide vermemiş olması bir akılsızlığa mı işaret ediyor, yoksa bizde olmayan bir akla sahip olduklarına mı?
Yazarın Tüm Yazıları